20 Ağustos 2013 Salı

Kate Alert : Prens George'un İlk Resmi Pozları Yayınlandı

Prens William ile Kate, tosun bebelerinin ilk fotoğraflarını yayınladılar sevgili izleyiciler. Fotoğrafları, Kate'in babasının malikanesinin bahçesinde Kate'in babası bizzat çekmiş. 

Fotoğraflarda Kate'cik 65 poundluk en sevdiğimiz penye elbiselerden giymiş. İtoşları Lupo da fotoğrafın yıldızı olmuş resmen:))) Ne tatlı hayvan yahu.

Tabii William'ın Kate'in götünü avuçlaması da gözümüzden kaçmadı. Hatun hamile olunca etlendi, butlandı, ele avuca gelir oldu diye sevinmiştir keltoş prens :)))


(Michael Middleton)

(Michael Middleton)

Gelecek Kate Alert'ümüz 12 Eylül'de sevgili dostlar. Kate, kocası ile bir gala yemeğine katılacak.

Beğendiniz mi aile fotoğraflarını?

xo xo

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Gündüz Gözü İle Alaçatı


Maceranın başı için buraya

Cumartesi gözümü açtığımda gördüğüm şeyin ne olduğunu bir süre anlamadım. Meğersem yanağımı görüyormuşum. Nasıl olur demeyin, mal gibi güneşte kalmıştım ya Cuma günü; benim yüzüm gözüm bir şişti ki sormayın dostlar. Hele o gözler, ah o gözler. Master Yoda'dan hallice, Bay Miyagi'yi ağlatacak derecede, göz kapaklarım olmuş birer balon. Yanacıklarım gözümün önüne yükselmiş ühühühhüü.




Sonuçta yapacak bir şey yok; hem yanım kıpkırmızı, yandan yemişim; hem de yüzüm gözüm şiş. Taktım güneş gözlüklerimi, indik kahvaltıya.

Yanım deyince hatırladım bak; Cuma gecesi eczaneye uğramıştık, güneşten kızaran cildime bir merhem istemiştik. Eczacı karı bana 50 liraya bilmem neyin güneş sonrası sütünü kaktırmaya çalışmasın mı? Nasıl kızdım anlatamam. 3,5 liraya Anestol pomad aldık sonra. O iyi gelmişti.

Yüzüme de Anestol sürdükten sonra bizi bir düşüncedir almıştı. Bugünü nasıl geçirecektik? Artık Wyndy beach'e gitmek istemiyor idik. Otelde kalalım dedik. Lady Charlotte, serin ve güzel odamızda kalırken; ben yine kedi kumu plajına inip boş bir şezlong buldum. Bu sefer şezlongu gölgeye çektim, üstümü de havlumla örttüm bir güzel:) Kafamda şapkam, yüzümde gözlüğüm, havluya sarınmış vaziyette oturdum deniz kenarında:) Acıkınca da biramı patatesimi alıp tatil keyfi yaptım:) Şu bira patates olmayınca tatil yapmışım saymıyorum nedense:) Bu esnada odada keyif yapmakta olan Lady Charlotte da odaya salata söylemiş. Oda numarası 106. Resepsiyondan arayıp demişler ki, "106 şu anda deniz kenarında hamburger yiyor. Siz 106 olduğunuza emin misiniz?" . Ama bunu 106 no'lu odayı arayıp soruyorlar:))) Teyallaamm dedik, buna da epey güldük:)


tatil keyfi birasız olmaz

Yemekten sonra akşam olunca gittim kocaman şapkamla bara oturdum, margarita, mojito filan birkaç tane içip keyiflendim. Ay ama kendime de güldüm, barda Ketrin Çenslır gibi gözlükle şapkayla grantuvalet oturan bir tip. Barmen kardeşle muhabbeti ilerlettik bu esnada, nihayet "Belki Istanbul'da da karşılaşırız" deyinceye kadar barda oturdum, sonra da odaya kaçtım:)




Hava kararınca yine taksi çağırıp merkeze indik. Ay artık o kalabalığı tarif edemeyeceğim, kelime haznemde hiç bir deyim, betimleme, sıfat yok bunun için.  Alaçatı'ya bayram tatili için kaç kişi geldiyse, hepsi epi topu 2 tanecik sokağa yığılmıştı. Bir de o akılalmaz kalabalıktaki sokaklarda masada yemek yemeye çalışanlar... Sokaktaki kalabalığın poposu tabakların içinde artık rezalet.

Özsüt'ün önünden sola kıvrılır Alaçatı'nın meşhur sokağı. 1005 nolu sokak da (Tokoğlu) onu diklemesine keser. 2 tane sokak bunlar işte. Biz Cumartesi akşamı Özsüt'ün önünden sağa döndük, Garanti Bankasının önünden yürüdük. Bu tarafta bir tane butik vardı : CHITRA . Vitrini çok hoştu, biz de içeri girdik.

Chitra, Alaçatı

İşte burası, çakma tasarım butiklerden değil; gerçekten el emeğiyle harika ürünler yaratılan, samimi, gerçekten bir zanaatkarın el emeğini takdir edebileceğiniz bir mağaza. Organik pamuk ve ketenden tişörtlere, ev tekstili ürünlerine ağaç baskı tekniği desen verilmiş. Desenlerin her biri özel olarak tasarlanmış.




Chitra'dan kendimize ağaç baskı tekniği ile yapılmış birer tişört aldık. Lady Charlotte denizatı desenini seçti, ben de baykuşluyu sevdim:) Kataloğu da çok güzeldi, ev tekstil ürünleri bir harika. Alaçatı'da en sevdiğimiz butik Chitra oldu, eğer giderseniz muhakkak ziyaret ederek bu nefis el emeği ürünlere göz atmanızı tavsiye ederim.

Ağaç baskı tekniğiyle yapılmış tişörtüm. 

Chitra'dan çıktıktan sonra, o akıldışı kalabalığa giremeyeceğimizi anlayarak otele döndük.

Pazar öğlen vakti bavullarımızı toplayıp otelden çıkınca, kahve içelim diye Hacı Memiş'e gittik. Ulan daha kimse uyanmamış. Herhalde 1'de kalkıp 2'de kahvaltı yapılıyor. Sokaklar bomboş idi. Biz de tatilin son günü Alaçatı'nın süslü kapılarını, çiçekleri, kafeleri nihayet kalabalıktan örtülmemiş haliyle görmüş olduk:








Pop








Hacı Memiş sokağını yürüyüp yukarıdaki fotoda gördüğünüz köşeden sağa saptık, birkaç adım sonra camiye gelmiştik. Hani biz buralarda taksi bulamamış, aç bilaç sokaklarda sürüklenmiştik ya? Meğersem Hacı Memiş, diğer 2 mahallenin dibindeymiş. Birkaç dakikada camiye geliyormuşsun. Adi taksici ne gülmüştür kimbilir bizi dolandırıp öbür taraftan camiye getirirken.




1005 sokağa gelmiştik. Buradan yukarı çıkınca belediyeye yakın Isla Bonita diye bir tükkan var. Eğlenceli magnetleri vardı:)


Isla Bonita

Magnetlerim:)
Güneş altında kavrulan, en azından ilk kez boş olarak rahatça gördüğümüz sokakta yürüdük. Bu esnada kahvaltıcılar sokağa çıkmaya başlamıştı.










Bu güzelim tekir de sıcaktan bayılmış, siesta yapıyordu:

En güzel kedi, tekir kedi:)


Sonunda El Beso diye gölgelik ve esintili bir restoranda oturup pizza yedik. Rüzgarsız bir yerde oturmanın imkanı yok idi o sıcakta.  2 pizza 2 kolaya 105 lira bayıldık her zamanki gibi. Artık alışkanlık olmuştu herhalde:)

El Beso


Böylece Alaçatı maceramızın da sonuna gelmiştik. Bizim için daima "yemek için ağlarsın da yiyecek yer bulamazsın Alaçatısı" olarak kalacak bu beldeye, eğer ki ani bir merakla rüzgar sörfüne merak salmaksak bir daha adım atacağımızı sanmıyordum:)


Haftaya yaz tatili için Bodrum'a gideceğim kısmetse:) Oh beee :)))

xo xo


13 Ağustos 2013 Salı

Burası Alaçatı, paranla rezil olursun, yemek için ağlar da yiyecek yer bulamazsın!

Alaçatı... Alaçatı... Şimdi bloglara girseniz, aman pek tatlısın Alaçatı, çok şirinsin Alaçatı, tiri viri Alaçatı, yaşasın Alaçatı'nın görmemiş gibi saldırdığımız dükkanları diye bir alay yazı bulursunuz. Ben size gerçek Alaçatı'yı anlatacağım dostlar.

Çarşamba sabahı, kalkması ile inmesi bir olan uçağımızla İzmir'e ulaşıp; ETS Tur'un transfer aracına geçtik. Yani klimalı, mis gibi minibüs. Bu noktada bir çiftin "Aaaaaa biz 2 kişilik siyah mersedes parası ödedik, minibüsle mi gidecez?" diye beyin cıkcıklaması yaşaması dışında olay çıkmadı. Siyah mersedes diye söylene söylene bindi denyomatikler minibüse de yola çıktık. 1,5 saat mi; 2 saat mi ne yol gittikten sonra; güneş altında kavrulan; eski batının kovboy kasabaları gibi, tozlu yollarında in ile cin'in top oynadığı; yol kenarları yarım inşaatlar ve moloz dağları ile dolu bir bozkır kasabasına geldik. İşte burası pek cici, pek trendy Alaçatımız idi.


Alaçatı

Otelimiz yeni inşa edilen Port Alaçatı'da Antmare diye 35 odalı ufacık bir oteldi. Burası tam deniz kenarı, köy içinden biraz uzakta kalıyor. Arabayla ben diyeyim 3 siz deyin 5 dakika falan uzaktadır hani. İçine girince beyaz dekorasyonlu, güzel görünen bir mekan yapmışlar. Oda da hoşumuza gitti. Ama biz 2 ayrı yatak istemiştik, öyle yatakları yok imiş. Başka oda isteyince, resepsiyondaki kızçe hakarete uğramış gibi titreyerek "Otelimiz doluuuu" buyurdu:)  İlk falso bu idi.


Oda güzeldi 

Manzaramız hoştu


Neyse biraz dinlendik, sonra çıkıp resepsiyondaki kızçeden bize bir tur attırmasını istedik:))) Özellikle de otelin kumsalını görmek istemiştik, çünkü biz rezervasyon yaparken ETS Tur bize otelin kumsalı var dediği için özellikle burayı seçmiştik. Yalaaannnnn!!!


Kedi kumu plajı

Bizim kedinin kumundan hallice bir yapay kumsal yapmışlar, 5 şezlong alıyor ancak. Ve de sonradan yapılmış olduğundan direkt 2,5 metreden başlıyor deniz:) İşte bu büyük falsoydu, kumsalı var diye burayı pazarlamak en hafif tabirle yalancılık, başka birşey değil.


İskeleden cup denize

Resepsiyona dönerek ETS Tur yetkilisine veryansın ettik. Bayram zamanı ve bütün oteller ağzına kadar dolu olduğundan elinden bir şey gelmeyen yetkilimize 7 yıldızlı otel parasını çatır çatır alıp kokmuş tavuklu salatayı önümüze koyan otelimize dair şikayetlerimizi anlatırken bizim resepsiyon lafa dalıp "otelimiz butiktiiirrr" demesin mi! Eh, cevabını aldı tabii:)

Neyse, sonuçta bir kaç günlüğüne gelmişiz diyerek odaya döndük. Soyunup dökünüp şimdiden "Kedi kumu plajı" adını taktığımız küçücük plaja indik. Tabii sadece 1 adet boş şezlong var idi, şezlong isteyince de epey ayak dirediler, deli mi nedirler anlamadım? Beraber tatile geldik sonuçta. Yanyana 2 şezlongda yatamayacak mıyız mal gibi güneşin altında??? Sonunda ekstra şezlong geldi; üstelik biraz sonra 2 yabancı turist şezlong isteyince anında getirdiler onlara; o küçücük yere tıkıştık. Bir de ecnebilere "complimentary" içecekler filan ikram edildi. Eh tabii biz bir alay şirretlik yapınca ikram filan alamadık:)

rüstik tasarımlar, birşeyler:)

Plastik platformdan 2,5 metrelik denizimize cumburlop atlayınca nasıl nefesim kesildi anlatamam. Alaçatı'nın denizi yanında Bozcaada Hacı Memişin aptes suyu gibi kalıyor sevgili seyirciler. Nefes alamadım lan! O denli soğuk bir su.

Sonunda öyle, böyle, hem yüzdük hem güneşlendik; güç bela bulduğumuz şezlonglarımıza uzanıp kitaplarımızı okuduk. (Ben büyücü dedektif Harry Dresden'in ilk macerasını okudum; Lady Charlotte ise Antik Çağda Kuşatmalar'ı okudu). Akşam olunca da köy içine gidelim de yemek yiyelim dedik. Herkesin anlata anlata bitiremediği Alaçatı'yı görememiştik hala.


kumru

Otelden meydan ben diyeyim 3; sen de 5 dakika sürüyor dedim ya; taksimetre 20 lira yazıyor annem. Bebek'ten Atatürk Havalimanı'na 50 lira yazdığını düşünecek olursak; alayına sokalım; ne bulduysak köküne kadar geçirelim mantığının taksisinden oteline; Alaçatı'nın hizmet sektörünün her alanında şaşmaz biçimde nasıl işlediğini anlayabilirsiniz sevgili dostlar.


Meydan

Meydanın girişindeki Erol Kumrucusuna kendimizi atıp birer yağlı ve lezzetli kumru yedik. Özellikle peyniri kızartma şekli hoşuma gitti benim. Bu kumruculardan Şevki olanı daha moda sanırım. O da Erol'un karşısında. Artık hangisinde boş yer bulursanız ona oturun yavrum.




Kumrucudan aşağısı da işte o bıdı bıdıların olduğu sokak. Solda bir balıkçı, karşısında hediyelikçi, yanında Özsüt var. Özsüt'ün önünden yol sola kıvrılıyor, işte bu yol iki taraflı lokanta, pastane, butik, antikacı, eskici, pek bir tasarım ürünler satan ah canım mağazalarla dolu. Meslek ayağa düşmüş, herkes tasarımcı olmuş, konsept mağazanın bini bir para anacığım Alaçatı'da. Esprili, cin fikirli kelime oyunlu tükkan isimleri havada uçuşuyor.

Bu buzdolabını da çekmeyen kalmamıştır herhal

İşte bir bu sokak, bir de köşe kahve'den aşağı doğru 1005 nolu sokak (Tokoğlu mahallesi). Alaçatı bu iki sokaktan ibaret dostlar. Tokoğlu'ndan biraz daha inince de Hacı Memiş'e çıktın, bitti. O da bu kalabalıkta yürüyebilirsen:

Şirin beldemiz Alaçatı

Bir tezgahta 5 liraya ince metal yüzükler bulunca onlardan aldık. Çok hoşumuza gitti güç yüzüklerimiz:)




Efendime söyleyeyim, kalabalıkta biraz sürüklenip sokağı baştan sona yürüdükten; artık bütün o incik boncuk gözümüze aynı görünmeye başladıktan sonra, taksiye yine 20 lira ödeyip otelimize geri döndük.

Perşembe sabahı klasik açık büfeden aşırısı aşırısı kahvaltımızla güne başladık. Aman pek iyi etmişiz. İlerleyen saatlerde olacakları bilseydik, daha da çok yerdik:)




Önceki gün kumsal safsatasına çok sinirlendiğimiz için otel bize Wyndy Beach'e beleş giriş kartı vermişti. Bu kulüp de, Port Alaçatı'nın içinde; yürüyerek 5-10 dakikada gittik.

Port Alaçatı mekanları

Gece buralar hep club 

Wyndy Beach, Reina'nın plaj versiyonu. Normalde giriş 40 lira filanmış. İçeride yatak şeklinde şezlonglar vardı, viski şişeleriyle gençler yayılmış dinleniyorlardı. Biz de birer normal şezlonga oturup birer maden suyu istedik. Normalde bizim şirkette bir kutu var, 50 kuruş atıyorum; bir şişe maden suyu veriyor. Burada 5 lira istediler maden suyuna dostlar:) Haşırt böcek ilacı!








Deniz çok sığdı, istediğin kadar git derinleşmiyor. Fazla da gidemiyorsun her yer acemi sörfçü dolu. Ustalar zaten sürat motörü gibi o kadar hızlı gidiyorlar ki, çok şaşırdım. Öğretmenin bütün gün dibimizde bağıra çağıra ders verdiği acemiler ise sanki hep üstüme üstüme geliyorlar diye korktum denizdeyken.




İşte Alaçatı'nın olayı bu idi sevgili dostlar. Gerçekten sörf yapıyorsan git oraya, cenneti yaşa. Yoksa deniz güneş tatili için kesinlikle uzak durulası bir yer bence Alaçatı. Ha kazıklanmaya bayılırım, köküne kadar yemeden rahat edemem diyorsanız, ben sizi tutmayayım.




Tabii hal böyle olunca; akşama kadar birşey yemedik Wyndy'de. Akşam tıngır mıngır otele dönüp giyinip kuşandık, aklımızda Hacı Memiş mahallesine gidip buradaki Dutlu Kahve'de yemek vardı. Taksi çağırdık, 10 lira mı ne tuttu Hacı Memiş ama yakın mesafe diye 20 lira aldı şöför amca. Artık yalama olmuştuk, ses çıkartmadan verdik parayı. Saat 8'di, Hacı Memiş mahallesi henüz bomboş ve tekinsizdi. Dutlu Kahve'de oturan  bir Allahın kulu görünmüyordu. Açlıktan karnımız guruldayarak içeri girdik. Ahçıbaşı tabak tabak zeytinyağlıları, yemekleri pişirip masaya dizmiş; sipariş almak için bekliyordu. Heyhat! "Çok açız" dedik. "Rezervasyonunuz var mı?" diye sordu. Yoktu tabii. "Haftaya Cumartesi'ye kadar doluyuz" diyerek kovaladı bizi oradan Ahçıbaşı. Ne yapacaktık? Alaçatı'da öyle yollardan taksi filan geçmiyor. Aç bilaç, bilmediğimiz mahallelerde yürüdük. Uzaktan tırıs gelen bir amcayı gözümüze kestirip nasıl taksi bulacağımızı sorduk, o da bir tanıdığını çağırdı sağolsun. Adama adres de sorduk ama bu Alaçatı'da sokak isimlerini numarayla değiştirmişler. Tokoğlu olmuş 1005 nolu sokak. Herkesin şirazesi kaymış haliyle.


Kırmızı Ardıç Kuşu

Gelen taksi bizi caminin dibinde bıraktı. Oradan 1005 no'lu sokağa yürüyüp Kabak Çiçeği'ne baktık ama orada da yer yoktu. Cuma akşamı için rezervasyon yaptırdık sonra o iğne atsan yere düşmez yerlerde kendimize yiyecek alacak bir yer aradık. Deli işi kalabalıkta sürüklendik, sonunda ilk gece gözümüze çarpan pizzacıda iki kişilik yer bulabildik. Burası Kırmızı Ardıç Kuşu idi, pizzası incecik ve çok lezzetli idi. 2 pizza 2 kola 100 lira idi. Haşırt böcek ilacı!!!


Pizza çok lezzetliydi, gerçekten.

Yemekten sonra caminin dibine geri dönüp oradaki çay bahçesinde oturup çay içtik. Burada çiğ börek de yapıyorlardı, ulan pizzaya o kadar para verene kadar şurada börek yeyip çay içsek; kalan parayla da ertesi günü Wyndy'de soğuk birer gazoz içebilirdik belki ahahahahah:)))

Cuma günü ne yapalım yine beleş giriş kartlarımızla Wyndy'e gittik, yüzdük, güneşlendik. Ama ben daracık kayalıkların üzerinde şezlongumu istediğim gibi ayarlayamadım, sağ yanım bir güzel yandı.  Ayol yandan yemiş döndüm, bir yanım beyaz, beri tarafım pancar rengi, evlere şenlik bir durum. Acılarımı 20 TL verdiğimiz frozenlarla bastırdık, ne yapalım mecbur.

Akşam otelden bindiğimiz takside, şöför amca ile muhabbet ettik. Mantık dışı kalabalıktan, restoranlarda yer bulamamaktan bahsettik. Bir filozof edasıyla dedi ki : Burası Alaçatı, paranla rezil olursun, yemek için ağlar da yiyecek yer bulamazsın! Heyhat! Ne kadar doğru söylemişti taksici amca!

Kabak Çiçeği

Kabak Çiçeği'nde bu sefer rezervasyonumuz olduğu için, don lastiğiyle tutturulmuş pötikare örtülü masamıza oturduk, sonra bizi içeri çağırdılar. Küçük bir mutfak, Barış abi yapmış çeşit çeşit yemek. Görüp istediğini söylüyorsun. Zaten kokular o kadar nefis ki; başın dönüyor. Biz yiyeceklerimizi seçerken 2 kadın geldi; ahçıbaşıdan kabak çiçeği dolması istediler de vermedi, "Bari iki tane dolma ver" diye yalvardılar da alamadılar. Çünkü, hep birlikte söyleyelim; Burası Alaçatı, paranla rezil olursun, yemek için ağlar da yiyecek yer bulamazsın!


Kabak çiçeği dolması

Zeytinyağlı dolmalar, den,z börülcesi

Kişi başı değil, totalde 4 adet kabak çiçeği, 5 adet yaprak, 3 adet lahana sarması; bir küçük tabak deniz börülcesi, 1 tabak enginarlı pilav, 5 adet mercimek köfte yedik. Birer kola içtik. Yine 100 kağıt hesabı bırakıp çıktık, tövbeler olsun yarabbim, biz Alaçatı'da öyle böyle kazıklanmadık yani. Köküne kadar kazıklandık yahu!

Yemekten sonra taksi bulabilmek için meydana yürümeye çalışırken içine düştüğümüz; metrobüsü mumla aratan kalabalığı anlatmama imkan yok. O iki tane sokakta sırt sırta; göt göte, dip dibe kımıldanıyor millet. Yürüyemiyor o yüzden kımıl kımıl ilerlemeye çalışıyorsun ancak. İmkanı yok böyle bir kalabalık olamaz ya. Valla abartmıyorum. Korkunçtu. Biz de insan selinden kurtulup meydana kaçmayı başarınca hiç oyalanmadan otelimize kaçtık, odadaki ısıtıcıyla kendimize neskafe yaptık. Kahve faslını da böylece atlatmış olduk.

Daha bunun Cumartesisi, Pazarı ve aldığımız incik boncuk kısmı var ama halim kalmadı, onlar da sonraki yazıya kalsın:)

Xo Xo

6 Ağustos 2013 Salı

Real Fiesta Seyyahları Yollarda

İşte günler ayları kovaladı ve yine bir bayram tatili sayesinde Lady Charlotte ile kendimizi yollara vurma zamanı geldi, benim canımdan çok sevdiğim izleyenlerim:)


Yarın sabahın köründe kalkıp havaalanına gideceğiz, uçak bizi yeni keşfimize götürecek :  istikamet ilk kez göreceğimiz ALAÇATI.

Sörf yaptığımız da yok, zaten kesin yelkeni kafamıza indirip ağzımızı yüzümüzü dağıtırdık, ama pek merak ediyor idik bu beldeyi, hiç gitmediğimiz bir yeri keşfedelim istiyor idik. O yüzden küçük Alaçatı köyüne gitmeye karar vermiştik bu sene.

Otelimiz Port Alaçatı'da. Sanırım o atraksiyonların, bıdı bıdıların, tükkanların filan olduğu köyün uzağında kalıyor. Artık dolmuş, minibüs vardır birşey diye ümit ediyoruz.

Tavsiyeleriniz var mı sevgili dostlar?

Dönüşümde bol fotolu postlarla maceralarımızı yazacağım:)

İyi bayramlar, güzel tatiller:)

Xo Xo


Fotoğrafı otelin web sayfasından aldım, benim değil.