25 Mayıs 2012 Cuma

Nicole Kidman Cannes'da

Günlerdir bir sürü yıldız Cannes  Film Festivali'nde kırmızı halıyı şenlendirmekte, benim sevgili izleyenlerim. Diane Kruger müthiş seçimleriyle ağızların suyunu akıtsa da; blogumuzun kadim ikonu Nicole'un yıldız havası apayrı.

Nicole,  ilk gün, vücüdüne eldiven gibi oturan L'Wren Scott elbisesi ile pek hanım hanımcıktı:





Fotoğraf çekiminde Nicole, mermer tenine çok yakışan parlak turuncu bir Berardi elbise giymiş. Bu canlı renkleri Nicole'e çok yakıştırıyorum. Siyah, beyaz, bej rengi yerine daha renkli giyinmesi hoşuma gidiyor.




Filmin prömiyer gecesinde ise nefes kesici Lanvin tuvaleti ve mükemmel Cartier takıları ile adeta bir deniz kızı, bir tanrıça olmuştu Nicole'cüğümüz. Çok beğendim!






Geçen seneki bütün ödül töreni kıyafetlerinden daha çok beğendim bu Lanvin'i... Keşke ödül sezonunda bu tarz sofistike ve renkli seçimler yapsa Nicole. Soluk teninde renkler patlıyor, nefis olmuş.

Beğendiniz mi?

xo xo

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Sert, Sulu, Tatlı!

Hani geçen Cuma öküz gibi yağmur yağdı ya, seller meller gitti hani; işte o akşam suratım otobüsün ön camına yapışık, sosis pozisyonunda da olsa, Etiler'e kadar gelmeyi başarmıştım. Sonra annemin alışveriş listesini hatırlayıp markete uğradım. Market çıkışında da Akmerkez'in önünde sıra sıra bekleyen taksilerden birine biniveririm diyordum. Püüü salak kafam, o havada durakta insan kuyruğu vardı tabii, ne taksisi? Üstelik enteresan tipler, Çinli bir kadınla kızı, hoyt hoyt konuşan Almanlar, burnu ameliyatlı, topuklu ayakkabılarla sular içinde "Ay taksiii, ay Nişantaşı'na gidiceeem" diye inleyen asortik abla...

Anladım ki bana sıra gelmeyecek; yürüyeyim dedim ne yapayım. Yağmur yağıyor, omzumda çantam, bir elimde bir market torbası, diğerini öbür omzuma astım, kalan elimde de şemsiye... Allahımmm bir Levent Kırca karakteri gibi, omzum düşe düşe, sallana yuvarlana, söylenip şemsiyeyle kavga ederek eve kadar yürüdüm ama nasıl yürüdüm bilmiyorum:)) Omuzlarım ağrıdı, kollarım uzadı, elimde taşıdığım torba dönüyor, elimi kıstırıyor. Beriki omzumdan düşüp durmakta...  Bir de torba yüklü kolumu kaldırıp tepeme yamuk şemsiyemi tutmaya çalışıyorum.... Nihayet eehh eytere beaa diyerek şemsiyeyi attım, omzumdaki torbayı elime alıp ıslana ıslana eve geldim. Omuzlarımın ağrısı 2 gün geçmedi:))



Cuma gecesi bu halde eve gelip, yorgunluktan bitap düşerek tv karşısında uyuyakalınca Cumartesi büyük bir enerji ile senelik devasa bahar temizliğine giriştim. Annemin protesto çığlıkları eşliğinde Kediyi iyice fırçaladım, keltoş prenses yaptım:) Sonra annemin misafir odasını süpürdüm, o oda ki 1980'lerden kalma, sanırsın Buckingham Sarayı... Heyula gibi bir halı, mermer sehpalar, kristal küllükler, içi geçmiş çeşmibülbüller... Öküz gibi yerinden kalkmayan kadife kanapeler... Anladınız işte, tam eski model, içine girilmeyen, ısıtılmayan misafir odalarından.

Misafir odasını süpürdükten sonra da kendi odama daldım dostlar, kış boyu biriktirdiğim torbaları, kutuları boşalttım. Bütün gardrobu indirdim. Büyük gelen, küçük gelen, 1-2 senedir hiç giymediğim ne varsa ayırdım. Aynı işlemi ayakkabılara, çantalara, takılara da yaptım. Kalanları dolaba dizip, gidenleri ayırıp, çöpleri attıktan sonra koma halinde kendimden geçtim:))



Anam ne yorgunluk, ne yorgunluk? Bacaklarım, belim, boynum kopacak gibi ağrıdı, 2 gün kendime gelemedim. Sesim soluğum kesildi. Ama odam mis oldu, giysilerim de pek düzenli görünüyor idi:) Şimdi mesele bu halde ne kadar tutabileceğim bakalım:))

Pazar günü bütün gün "Once Upon A Time" dizisini izledim, onu da ilerleyen günlerde yazmak istiyorum, çok sevdim çünkü.

Pazartesi akşamı eve dönerken de Zincirlikuyu'da kaldım. Artık bir yerde kaza mı oldu ne halt olduysa, trafik Zincirlikuyu'dan Etiler'e kadar tek parça idi:) Ah amelaj doğurmuş anam beni diye söylene söylene bütün o yolu yürüdüm. Etiler'e gelmişken de bari meyve alayım diyerek markete uğradım. Bir köşede kırmızı elmalar görünce manav amcaya, tatlı tatlı Bülent Ersoy edasıyla "SERT mi?" diye sordum, o da heyecanla "SERT! SULU! TATLI!" demesin mi tüüüüü!!!! Elmaları kapmamla pırrrr diye kaçmam bir oldu dostlar:)




Yarın kısmetse kızçeler toplantımız var bakalım, eğlenceli havadisler duyarsam hemen gelir anlatırım size:)

xo xo

16 Mayıs 2012 Çarşamba

SMASH (2012)

Smash yeni bir dizi, dün gece Amerika'da sezon finali yayınlandı. Ben de bugün işten döner dönmez 1 saat ecnebi dizi izleme sitelerini arayıp tarayıp bölümü buldum ve izledim. Bizim sitelere de bu hafta düşer herhalde ama inanın bekleyemedim, epeydir bir dizi beni bu denli heyecanlandırmamıştı.

Smash, bir grup sanatçının öyküsü. Broadway'de yıllardır hit müzikaller yazan söz yazarı Julia (Debra Messing)  ve besteci Tom (Christian Borle) ekibimiz var. Bunlar birbirinin en iyi dostu, artık konuşmadan anlaşabilen türden 2 arkadaş. Beraber yepyeni bir müzikal üzerinde çalışmaya başlıyorlar : Marilyn Monroe'nun hayatı! Bu zorlu projenin yapımcısı olmayı toşbilli abla Eileen Rand (efsanevi Angelica Houston) kabul ediyor.

Tom ve Julia

Zaten Eileen asıl yapımcı olan zengin kocasını dehlemiş o yüzden tiyatro dünyasında kendini ispatlamak için bu projesinin mutlaka tutması gerekmekte. Eileen canla başla para bulup şovu finanse etmeye uğraşırken yaratıcı bir yönetmen tutuyor : Derek Wills (karizmatik İngilizimiz Jack Davenport)

Eileen


Derek pisliiik, aksiiii, Tom'la eskiden beri kavgalı, oyuncuları deli gibi azarlamaktan hiç çekinmeyen ama işinin de ehli bir adam. Müzikali yönetmeyi kabul ediyor ve ekip Marilyn'i oynayacak kızı aramaya başlıyorlar.

Derek

Bu gösterişli müzikalde başrolu kapacak kız, gerçek bir yıldız olacak. Ama sadece 2 kişi elemeleri geçerek sona kalmayı başarıyor. Gencecik ve acemi, bülbül sesli Karen (Katharine McPhee) ve dolgun, deneyimli, sarışın bomba Ivy (Megan Hilty)

Karen

Bundan sonra müzikalin sahne arkasını izliyoruz dizide, prodüksiyonun gerçekleştirilmesi, şarkıların yaratılması, koreografi çalışmaları derken kahramanlarımızın özel hayatları da işin içine giriyor. Ailevi sorunlar, sevgili dertleri, eski koca terörü altında gösteri ne olursa olsun devam ediyor.

Ivy

Bir noktaya kadar dizinin tek çatışma noktası rolü kim kapacak diye gidiyor, Ivy mi Karen mı? Sonra bu çatışma çözüldükten sonra aman artık ne olacak ki derken sürpriz bir oyuncu katılıyor kadroya : Meşhur Hollywood yıldızı Rebecca Duvall (Uma Thurman)

Rebecca

Yine tamam eee nolacak ki demeye başlıyoruz ama bir kaç bölüm sonra ortalık toz duman oluyor ve kendimizi 14 bölümdür bitmeyen o soruyla son bölümde buluyoruz: Marilyn kim olacak?


Dizi bir müzikalin sahneye konma macerasını anlattığı için haliyle bolca şarkı dinliyoruz. Dizinin bestecisi Marc Shaiman harika şarkılar yazmış. Özellikle Marilyn'in sahnede ilk belirdiği an söylediği "Let Me Be Your Star" nefis. Ve işte tam "bu herifler bu şarkıdan daha iyisini yazamazlar" derken amaannn, final bölümünde "Don't Forget Me" ile ağzımıza sıçmayı başarıyorlar. Ne diyeyim, bayıldım bu diziye dostlar.

Öyle çok zekice, ters köşeli, esrarlı, atmalı tutmalı bir dizi değil Smash. Sadece bana sevdiğim eski müzikal filmleri hatırlatan ve Broadway'in sahne arkasını anlattığı için özellikle de ilgimi çeken; benim için gayet  eğlenceli bir yapım. Senenin favorisi oldu.

Müzik ve dansı seviyorsanız bir göz atın derim:)

xo xo





11 Mayıs 2012 Cuma

Kate Alert : Rüya Gibi

Prens William ve Düşes Kate bu gece İngiliz Olimpiyat Takımını desteklemek üzere bir yardım galasına katıldılar.

Kate bu gece giydiği, etekleri uçuşan yeşil Jenny Packham kıyafeti tek kelime ile sansasyonel idi. Saçlarını mükemmel bir topuz ile toplayan genç düşesin elbisesinin sırt detayı ise nefes kesiciydi.

Kate gerçek bir prenses idi bu gece, o zarif topuz, o uçuşan etekler, sallantılı nefis küpeler ile kırmızı halıdan bir rüya gibi geçip gitti. Adeta rüzgar gibi geçti:)

Ayılıp bayılarak sizi bu şahane fotoğraflarla başbaşa bırakıyorum... Fotoğraflar Just Jared ve Daily Mail'den.







Elbisenin arkası ayrı güzel:


 İşte saçlarını toplayınca yüzü gözü açılan genç düşes Kate:


Bir süredir Kate'in beynini yiyorduk "topla saçını, topla saçını" diye. Bu gecenin örgülerle süslenmiş saç tuvaleti resim gibiydi:



Valla beğenmeyen varsa bile demesin öyle demesin:))) Herkes beğendim yazsın lütfen yorumlarda:))

beğendiniz miiiii?


xo xo

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Kate Alert : Dev yırtmaçlı muhteşem tuvalet

Akşam akşam nefesim kesildi, ağzım yüzüm kasıldı, böyle mehhh diye kaldım.

Prens kocası ile özel bir kulübün resmi yemek davetine katılan Düşes Kate, baştan aşağı yırtmaçlı krem rengi elbisesi ve parlak Jimmy Choo ayakkabıları ile muhteşem görünüyor.





Saçlarını ise sarayı basıp gizlice kırt kırt kesmek istiyorum. Hem bana postiş çıkar, hem de Kate nihayet modern bir kesime kavuşur. Allayini seversen bari bu elbise ile saçını toplayaydın evladım, hafakan basmıyor mu sana kızım o saçlarla??

Beğendiniz mi dostlar? Ben bayıldım valla.

xo xo

6 Mayıs 2012 Pazar

Sucuk Mangal Partisi

Cuma günü bön bön oturmuş çalışırken hepimizin telefonuna bir WhatsApp mesajı geldi. Mesaj Deniz'dendi ve Cumartesi günü 15:30'da bahçedeki mangaldan acılı acısız muhtelif sucuk cenazesi kalkacağını ve cenazeye katılmak isteyenleri 12:30'da Avcılar metrobüs durağından alacağını bildiriyordu. Maalesef kayınannesini kahvaltıya davet ettiği için Seval hayır dedi ama kalanlarımız ağzımızdan sular akarak daveti kabul ettik.

Böylece sabah 11:30'da Sino ile Zincirlikuyu metrobüs durağında buluştuk, Arzu İncirli'den bize katılamadı, geç kaldı. 3 durak gerimizden takip etti:) 12:50'de hepimiz Deniz'in arabasına doluşmuş, Lady Charlotte'ı almak için Bizimkent'e gidiyor idik. Onu da arkaya sıkıştırdıktan sonra Deniz bizi uzaklardaki malikanesine götürdü. Çatalca yakınlarında, yemyeşil tepelerin üzerinde, havuzlu güzel bir sitede oturuyor arkadaşım. Eve varıp da çimenlik bahçeyi, masmavi parlayan havuzu görünce mutluluktan patladım, kendimi çimenlere attım.



Burası gerçeküstü bir yerdi, sanki başka bir kente hep beraber tatil yapmaya gitmiştik. Etrafta tek bir insan, araba, gürültü kalabalık yoktu. Çimlerde koşarken, yuvarlanırken hepimiz çocuklar gibi şendik:

Lady Charlotte, Miss Judy Abbott

Mangalın dumanından kaçarken

Biz oynaşırken mangal yelleyen Arzu'dan minik bir mesaj

Böylece biz çimenlerde çıplak ayaklarla koşar; neşeyle yatıp yuvarlanırken, kahraman Arzumuz mangala kömürleri, çıraları yerleştirip vargücüyle yellemeye başladı.



Mangal hafiften tütmeye başlarken, Sino Deniz'e sucukları doğrayıp şişlere geçirme işinde yardımcı oldu. Biz de Judy & Charlotte kaynanalar olarak mutfak masasına yerleşip onlara car car laf yetiştirdik. Arzum ise var gücüyle mangalı yellemeye devam ediyordu :))



Acılı acısız sucuklar şişlere geçirilmeye hazır olunca Sino bize bir de güzel salata yaptı. Deniz de Amerikan Salatası hazırladı pıt diye ama süzme yoğurtla:) Aman aman, yiyeceklerimiz pek sağlıklı idi dostlar.
Sucuklarımız Polonez acılı ve de acısız çeşitler
Yavaş yavaş tabakları, bardakları, peynirleri ve de gurme hardalı masaya dizdik. Mangalı güzelce yakmayı başaran Arzuşka da sucukları dizdi ateşe bir güzel. Nevaleler piştikçe bahçeyi evlere şenlik, damaklara seza bir koku sardı.



Şarabımız, salatamız, peynirlerimiz, gurme hardalımız, yoğurtlu garnitürlerimiz

Nihayet masaya dizildik ve Arzu'nun mangal başından minik Sinem ile gönderdiği sucuklara gömüldük büyük sabırsızlıkla.


Bağırış çağırış seslenmelerimiz sonucu Arzu da masaya geldi ve muhteşem sucuklarla kendimize ağzınıza layık bir ziyafet çektik dostlar. Tabii yukarıdaki fotoya aldanıp üç beş parça sucuk yediğimizi sanmayın. Herhalde bir danayı yiyip bitirdik biz dünkü partide:))

Yaşasın dostluk


Lady Charlotte ve Miss Judy Abbott keyifte:)

Canım Kızçeler

Kızçeler ekibi:)
Yedik, içtik, parlak güneş altında ısınıp far far esen rüzgarla serinlerken laf lafı açtı, muhabbeti koyulaştırdık. Güldük eğlendik. Şükredip en kötü günümüz böyle olsun dedik. Huzur, keyif, dostluk, mutluluk buydu işte. Maşallah, Allah nazarlardan saklasın.


Günün sonunda ise sucukları bastırsın diye Pelit'ten aldığımız çikolatalı, muzlu, framboazlı pastaya gömüldük. Valla ben de bir dilim yedim, dün rejimi bir kenara bıraktım:)


Her şeyi yiyip bitirdikten sonra, bütün gün rüzgarlı havada güneş altında oturmaktan yorulmuş, temiz hava hepimizi çarpmıştı. Sanki saatlerce taş taşımış gibi hepimiz kulak memesi kıvamına gelip yavşayıp gevşemiştik. Denizcik bizi metrobüse geri taşırken arabada sesimiz soluğumuz kesildi. Zaten hepimiz sanki güneyde tatil yapmışız da son gün eve dönüyormuş gibi mahsunlaşmıştık. Avcılar'da şehrin trafiği, kalabalığı, gürültüsü güm diye beynimize indi. Metrobüse bindiğimizde benim başım ağrımaya başladı. Bööyle meh diye kaldım. Eve gelince 2 tane sederjin içip 11'de kendimi yatağa zor attım. Pazar sabahı 11'e kadar uyumuşum dostlar.

Artık bu yaz bol bol Deniz'e baskına gidip havuzbaşı keyfi yaparız herhalde, kendimi zor tuttum o masmavi havuza atlamamak için.

Yaşasın kızçeler ekibi!

xo xo