28 Mayıs 2011 Cumartesi

Ben küçükken MIM

Mia'cım beni mimledi sağolsun:) Çok eğlence vaadeden bir konu : Ben küçükken .... sanıyordum. Ama pek birşey hatırlayamadım, kimbilir neler vardı. Ne yazık, onları yazsaymışım keşke bir kenara.

Ben küçükken okula gittiğimde Atatürk büstünde yazan İZİNDEYİZ yazısını bir türlü anlayamazdım. Madem izindeler, tatil olması lazım, niye o zaman okula gidiyoruz diye için için gıcık olurdum. Daha o zamanlar tatil yapmanın kıymetini anlamışım yani dostlar:))

Fare ile Sıçan arasındaki ilişkiyi çözememiştim. Sıçan'ı Fare'nin soyadı sanıyordum. Bay Fare Sıçan.


Ne bileyim, hep küçük kalacağımı sanıyordum. 24 mesela akıl almaz bir yaştı. Ulan şimdi neredeyse 34 olacağız. İnanılır gibi değil ama zaman geçiyor.

Üniversiteye girdiğimde, şu dizi vardı ya, Evimiz Hollywood'da, işte oradaki tipler gibi maceralar yaşayacağımı sanıyordum:)) Küçük model Yalan Rüzgarı olacağımız zannediyordum. Olmadı neyse ahahahaah:)))

Küçükken değil ama üniversitede, çok güzel cillop gibi bi bölümde okuduğum için, mezun olur olmaz işe gireceğimi, çok para kazanacağımı, stilettolarımla Maslak plazalarında fink atıp fotokopi makinesi başında aşk yaşayacağımı sanıyordum. En çok bu koydu valla, gerçek hiç öyle olmadı. Hırf hüngür!

Hadi herkes yazsın bakalım, küçükken neyi nasıl sanıyordunuz ne oldu? :))

xo xo

26 Mayıs 2011 Perşembe

Kaptan Jack Indiana Jonesculuk oynuyor : Pirates Of The Caribbean On Stranger Tides

Dün akşam iş çıkışı şirketin yakınlarındaki bir sinemaya giderek en sonuncu karayip Korsanları filmini izledik sevgili seyirciler = Karayip Korsanları : Gizemli Denizlerde


İzlediğim versiyon 3 boyutlu değildi, önce üzüldüm ama sonradan Ekşi Sözlük'de filmin 3 boyutunun çok başarısız ve göz yorucu olduğunu öğrenince üzüntüm geçti, iyi bari gözlerim ekstradan yorulmamış oldu.  Şahsen 3 boyutun eksikliğini de hissetmedim, zira filmin görüntüleri gayet zengin ve etkileyici idi dostlar.

Serinin dördüncü filminde bildiğiniz gibi Will (Orlando Bloom) ve Elizabeth (Keira Knightley) kadrodan şutlanmışlar, pek de güzel olmuş. Film baştan sona bir Kaptan Jack Sparrow senfonisi olarak geçti, canımıza minnet. Gelgelelim Kaptanımızı biraz fazla becerikli buldum bu filmde, maşallahı vardı Jack'in, adeta bir Indiana Jones tadıyla tuzaklardan kurtulup haritaları takip ederek Gençlik Pınarını bulmaya çalıştı.


Bu macerada kırıtık Kaptan Jack'e erkek fatma bir kadın korsan eşlik ediyordu : Angelica. Penelope Cruz bu rolde hem güzel ve şahaneydi, hem de Johnny Depp ile ikisinin kimyaları mükemmel tutmuştu, çok sevdim bu ikiliyi beyazperdede.

Canımız, hastası olduğumuz haşmetli Kaptan Barbossa, bu macerada yine bizlerle birlikteydi. (Geoffrey Rush çok yaşlanmış ama hüü). Barbossa ve Jack'in  ikili sahneleri filmden en çok zevk aldığım anlardan oldu.


Filmin kötü adamı ise lanetli ve de efsanevi kaptan Karasakal idi! Karasakal'ı da Ian McShane canlandırmış ve görmelere seza bir performans vermiş. Adamın perdede belirdiği her sahnede gözlerine kilitlendim, gözleriyle oynadı resmen Karasakal'ı.  Ya da ben çirkin ve karizmatik İngiliz aktörlerden çok etkilendiğim için bana öyle geldi, bilemeyeceğim.


Filmimiz baştan sona oldukça curcunalı, zengin görüntülü ve hareketli idi. Özellikle engin denizlerde yelkenler fora tam yol ileri giden muazzam kalyonların manzarasına bayıldım. En çarpıcı kısımlardan biri de tabii ki meşhur denizkızları sahneleriydi. Denizkızlarını oynayan acayip güzellikteki ablalar nefes kesiciydiler. Yuh ya çüş, bu kadar güzel olunmaz ki diye isyan ettirdiler.


Sonracığıma korsan gemilerinin ihtişamlı karmaşası, bol kılıç şakırtılı düellolar, tuhaf bir hazine haritasını çözüp gerçek üstü bir ödülü bulmaya çalışan serüvenciler, hepsi bu filmde bol bol mevcuttu. Özellikle bu son bahsettiğim sahneler aklıma Indiana Jones filmlerini getirdi, Kaptan Jack'i biraz Indy'e benzettim bu filmde.

Filmle ilgili bir şikayetim, her sahneye bol bol döşenmiş müziği oldu, o bildik Karayip Korsanları melodisi her çatışma sahnesinde bam bam çalmasa daha hoş olurdu. Eve gelince ağrı kesici içtim, sinemada başm tuttu resmen, ben size öyle söyleyeyim.

Bir de bu son filmde yönetmenin değişmesiyle, Karayip Korsanları tam bir Disney filmine dönmüş.  Filmin havası farklı sanki. Jack ve Angelica arasındaki hikayeyi de biraz abartı buldum. Yani Jack bu kadar da romantik bir adam değildi sanırsam?


Sinemada izlemek gereken evlere şenlik Johnny Depp gösterisi, şakırtılı korsan eğlencesi, etkileyici manzaralı egzotik memleket serüvenleri... Tavsiye olunur.

DİKKAAAAAATTT!!! Film bittiğinde paldır küldür çıkıp gitmeyin, bekleyin yazılar aksın geçsin, yazılardan sonra filmin GERÇEK FİNAL SAHNESİni göreceksiniz. Biz bekledik ve izledik, o sahneyi sadece biz görmüş olduk koca sinemada, diğer herkes kaçıp gitmişti.

BİR DEEEEEEE : Papaz'a dikkat! :)

xo xo

24 Mayıs 2011 Salı

Nicole Kidman 2011 Billboard Awards Red Carpet

Türkücü kocacığı ile tüm müzik ödüllerine katıldığı için Nicole'ü bol bol kırmızı halıda görebiliyoruz. İşte geçen akşam da Billboard ödüllerine katılmışlar karı koca.

O örgülü saç, hafif makyaj ve küpeler harika:




Fakat kamera uzaklaştıkça boydan görüyoruz Nicole'ü:




Elbise uzuyor, uzuyor, uzuyor... Adeta yekpare bir parça, bitmek bilmiyor:




Yani elime sürfile makasını alıp tırtık tırtık kesesim geldi o etekleri! Öf! Koyu renk yakışıyor ama Morticia Addams olmaya gerek yok, hem de en blok renklerin moda olduğu bu rengarenk sezonda, niye Nicole'cüğüm, neden?

Siz nasıl buldunuz?

xo xo

22 Mayıs 2011 Pazar

Haftasonu, Boğaz'da kahvaltı, erguvanlar

Cuma akşamı işten çıkıp kendimi Nişantaşı Topshop'a attım ve de haftalardır istediğim gibi yeni bir pantül aldım dostlar. Bildiğin skinny blucin, ne yeşil ne mor, ama yeni ve güzelce üzerime oturan bir pantolon. Oh be rahatladım! Keşke bu modelin başka renkleri de olsa.

Tam ben pantülü almıştım ki, Minik Sino da işten çıkıp yanıma geldi, Nişantaşı'nda bir tur attık, Zara'yı gezdik. İşte burada kısa paçalı yeşil pantülü denedim ama beğenmedim üstümde. Bacaklarım daha ince olmalıydı böyle bir model giymek için. Maalesef soyunma kabininde hala şişmandım. O yüzden yeşil pantül sevdamdan vazgeçtim.


Sonra Mudo'ya girip bi elbise sorduk, 200 bilmem ne kadarmış fiyatı, "olduu zaten bedeni bize olmaz" diyerek kaçtık oradan da, taksiye atlayıp arka yollardan Cevahir'e geldik. Burada dolandık dolandık, ama sanki mağazalara kıran girmişti, hiç güzel şeyler yok idi, şaşırdık!

Cumartesi sabahı kızçelerle Baltalimanı Oba'da buluştuk, deniz kenarında güneşli bir masaya yerleştik. Ohhh bulutlar gölgelemediğinde güneş sırtımızı sıcacık ısıtıyordu, sadece bir tişörtle oturabilmek çok ferahlatıcıydı, nihayet yaz gelmişti dostlar.


Güzel güzel kahvaltımızı yaptık, Oba'nın açık büfe kahvaltısını şahane buluyorum, mekan da çok güzel, kesinlikle tavsiyemdir, burada mutlaka püfür püfür bir kahvaltı keyfi yapın dostlar.


Kadromuz biraz eksikti, öğle vakti Deniz'in de gitmesi gerekti. Biz kalanlar da kalkıp Bebek'e kadar yürüdük. Erguvanlar tüm güzellikleri ile Boğaz yolunu süslemeye devam ediyorardı


Bebek'de artık Minik Sino'nun ayağını ayakkabı vurunca otobüse atlayıp Ortaköy'e gittik, Seval bize burada katılabildi ancak. Daha doğrusu biz ona katıldık, çünkü tam 20 dakik geç kalmıştık buluşmaya:))


Ortaköy'de bir terasta püfür püfür oturduk, diyet kola içip dedikodulu muhabbetimize devam ettik. Sonra kalkıp küçük bir tur attık meydanda. Burası eskiden daha dolu, daha cıvıl cıvıldı sanki. Takıcılara bakarken baykuşlu bir kolye beğendim, baykuş motifini çok severim, fiyatı 15 TL idi, ne bileyim almadım. 


Akşam olup evlere dağılma saati gelince yürümeye karar verip tıngır mıngır yola düzüldüm. Kuruçeşme'de markete uğrayıp o işi de hallettikten sonra elimde ağırca torbamla eve kadar yürümek zor geldi, ama acı yoksa güzellik de yok diye kendimi motive edip tıkır tıkır yürüdüm valla. Allahtan ayakkabılarım her zamanki gibi dümdüz ve çok rahattı.

Bugün de kitaplarla geçiyor, Alamut'u okudum, şimdi biraz eğlenmek için Sihirli Ev'i okuyacağım:) Akşam tabii Behzat Ç.'yi izleyeceğim. Yarın Ezel yokmuş, Behzat'la idare edeceğiz bu hafta dostlar.

Sizin haftasonunuz da güneşli ve güzel geçsin.

xo xo


19 Mayıs 2011 Perşembe

Polonezköy macerası

5 yıl sonra ilk kez 19 Mayıs'ta tatil yaptım dostlar, çok mutluyum. Yeni işimde resmi tatillere de dini tatiller kadar önem veriliyor. 19 Mayıs'ta, 29 Ekim'de çalıştırmıyorlar. Eski işte bana en çok 29 Ekim'de çalışmak koyuyor idi. Oh, çok şükür nihayet gönlüme göre bir yere girmişim:)


Yeni iş yerimden arkadaşlarımla Mecidiyeköy'de buluştuk. Şirket araçları ve arabası olanlar organize olmuşlar, hepimizi aldılar sağolsunlar, tıngır mıngır gittik Polonezköy'e. Yeji Dohoda diye bir mekanda kahvaltı yaptık.


Hava kapalıydı, bulutluydu ama ılımandı. Mekan devasa bir kırsal alandı, uzaklarda yemyeşil dağlar tepeler, etrafta çardaklar, ağaçlar, hamaklar...  gerçekten doğa ile bütünleşebileceğimiz bir yerdi. Biz maşallah 30 kişi olduğumuzdan önce tahta masalar birleştirilip uzuuun bir sofra hazırlandı. Sonra garsonun biri tek tek tabakları dizdi. Ardından aheste beste tek tek çatal bıçak yerleştirdi masaya, ay içime afakanlar bastı, açlıktan gözüm döndü:))). Garson o kadar ağrdı ki nihayet ekmek sepetleri sofraya geldiğinde kuru ekmeğe saldırdık. Peynir, zeytin, domates, yumurta çok geçmeden sofralarımızı şenlendirdi. Fakat mekandaki servis çok ağırdı, ne istesek çok sonra getiriliyordu, epey de çayları bekledik, bu yüzden masalar arası şenlikli değiş tokuşlar yaşandı. Sen bana bir sigara böreği ver, ben sana bir kaşar vereyim gibilerden anlaşmalar duyuldu:))) Sonradan "hani size bi tane börek vermiştik ya, onu geri istiyoruz" diye sukoyuverenler bile çıktı ahahaahha.


Nihayet minik karınlarımızı doyurduk. Sonra enerjik bir grup istop, voleybol oynadı. Ben suratıma top çarpmasından çok korktuğum için kaçıp saklandım. Öyle bir fobim var nedense. Etrafımda top oynanması beni huzursuz ediyor, o top illa gelip beni bulacakmış sanıyorum.


Sonra biraz etrafta yürüdük, yamaçtan aşağı indik, ben az kalsın dallara köklere takılıp uçacaktım bayır aşağı:))) Aşağıda bi tane boklu dere bulduk, leş gibi kokuyordu, biz de geri döndük.


Sonra birileri tavla oynadı, birileri fotoğraf çekti, futbol maçı yapıldı, tezahüratlarımızla şenlendirdik mekanı:)) Türk kahvelerimizi içtik, fallarımıza baktırdık. Bana uzun bir yol ve de bir adet kısmet çıktı ahahahaha. Seyyahat olsun keşke dostlar, o kadar özledim ki gezmeyi!

Bokludere

Öğlen olduğunda artık yağmur atıştırmaya başlamıştı, arabalara doluştuk, beni Levent'e bıraktı arkadaşlar sağolsunlar. Gelmişken Metrocity'e girdim, LCW'den renkli güzel bir bluz aldım ama yine çimen yeşili pantül bulamadım. Bershka'da denedim de, totom bi acayip geldi gözüme, kalıbını sevmedim:)) En sevdiğim skinny kalıp Topshop'un Baxter modeli. O yüzden Levent'ten metroya atlayıp Taksim'e geldim, artık yeşil olmasın, normal  bir jean pantolon alayım diye Topshop'a baktım ama Baxter'ın istediğim renginin bedeni yoktu. Tüh ya, olsa idi eğer %20 indirimden faydalanacaktım, ama bazen olmaz!


O zaman ben de geçen gün alamadığım ve aklımda kalan Wladimir Bartol'un FEDAİLERİN KALESİ ALAMUT isimli romanını alıp evime döndüm. Şimdi de kitaba başladım, gayet akıcı ve merak uyandırıcı.

Yarın akşam iş çıkışı Nişantaşı'ndaki büyük Topshop'a gideyim diyorum, bir tane pantolon istiyorum yahu!
Haftasonu da kızçelerle buluşacağım, yani çok yakında yeni maceralarımla yine sizlerle olacağım benim canımdan çok sevdiğim izleyicilerim:)))

xo xo

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Ezel 2. Sezon 34. Bölüm : YALNIZ BİR ADAM

Ezel'de büyük finale yaklaşırken nihayet beklenen olay gerçekleşti ve Kenan Birkan takımından  biri daha oyun dışı bırakıldı. Bizi en çok etkileyen ve Ezel'in unutulmaz tiplerinden olan kenafir gözlü, converseli, kısa paçalı, maviş psikopat katil Temmuz'a adanmıştı bu bölüm. Hemen bakalım neler olmuş:


DİKKAT SPOILER



EZEL 67. BÖLÜM





Azad'ı ve bebek Tefo'yu hastaneye götürmüşler, bebek epey esmer, karabiber gibi bi oğlancıktı. Şaşırdık tabii:))) Ezel o gün Temmuz'u öldürmeye karar erdi. Allahın malı, 2 senedir intikam peşinde koşan sen değil misin, kaç sevdiğini kaybettin, nihayet karar verebildin çok şükür, moloz!

Cengiz de Kenan'la buluştu, bunlar Eyşan'dan kadınlardan filan konuştular. Vay godoşlar dedim ahahaah. Cengiz Eyşan'dan boşandı diye Kenan'dan otel hisseleri, evler, arabalar istedi. "Niye evladım niye?" diye sordu Kenan, çok yaşa sen Haluk Bilginer e mi? Cengiz artık Ezel'i yok edebileceğini söyledi, peki neden şimdi bunu söylüyordu? "Çünkü artık Ömer'i anlıyorum, onun gibi yalnız kalmış tek adam benim". Daha sonra Cengiz Temmuz'u arayıp Ezel'i öldüreceklerini söyledi.


Ezel, Ramiz Dayı gibi özlü sözler edip Dayı'nın hani zamanında Ali'yi ayar manyağı ettiği lokantda sırtı duvara dönük yemek yiyordu ama nafile, olmuyordu dostlar, Dayısız Ezel olmuyordu. Neyse, lokantada garson oğlan Ezel'e bi adres verdi, adrese giden ezel Dayı'dan miras kalan anahtar destesini kullanarak kapıyı açtı, içerideki masaya oturup çekmeceden silah, şarjör, para tomarları çıkarttı. "Anahtarlar şehrin her yerinde tek bir kapıyı açar".

Şebo'yu bulan Ezel (buradaki saçmasapan sahneyi geçiniz), Şebnem'i ekibe geri çağırdı, eskisi gibi takip ve araştırma görevi verip saldı. Sonra pizzacı kılığına girip Eyşan'ın evine gitti. (Yani şu cümleyi yazarken bi saçma geldi bana) Ezel, Temmuz'u bulmak için Eyşan'dan yardım istedi, ikna etmek için Bahar'ın ölümünü kullandı, duygu sömürüsü yaptı.



Eyşan'ın evinden kaçan Ezel hastaneye gidip Ali'yi aldı, Ali Azad ile vedalaştı ve ikisi Temmuz'u öldürmeye gittiler. Ali oğlu doğunca artık ölmekten korktuğunu itiraf etti.

Ekibin kalanı, Ali-Ezel-Şebo, Vurkaç barda toplandılar. Şebo istihbarat toplamıştı. Cengiz Tarabya'da ev tipi bi kumarhane işletiyormuş, en iyi kumarbazlara haber verilmiş, Cengiz Atay geri döndü denmiş.

Ezel bu mekana gitti, Cengiz masadaydı, Ezel  masadaki birinden kalkmasını isteyince Ezel'i tanıyan adam hemen topukladı. Sonra Ezel 2 kişilik oyun istedi, herkes kaçıştı masadan:)))

Ezel ve Cengiz yüzleştiler. Çok güzel bir sahneydi. Cengiz artık şiddetten, öldürmekten korkmadığını anlattı. Değişmişti Cengiz. "Eskiden benim için bir umut vardı, artık yok. Artık sırf canım istedi diye birini öldürüyorum. Mesela istediğim için Tevfik'i öldürttüm" dedi.

Cengiz'in dönüştüğü bu hal Ezel'i belirgin şekilde sarsmıştı. "Ne oldu sana?" diye sordu. "Sana olanın aynısı, Eyşan'ı kaybettim. Şimdi o tetiği çekeceksen çek, ama Temmuz da çekecek" dedi.

Cengiz Ezel'in geleceğini tahmin edip tuzak kurmuştu. İçeride Ezel Cengiz'e silah çekmişken dışarıda Temmuz Ali'ye silah doğrultmuştu. "Hala anlamıyorsun" dedi hırsla Cengiz. "Senden hep 1 adım öndeyim. Kötü olduğunu mu sanıyorsun? Senden daha kötüyüm. " Ezel Cengiz'i yakalayıp kendine siper ederek mekandan kaçtı, Ali'ye seslendi, Temmuz ateş etse de Ali sadece yaralanmıştı, arbede çıktı, ikisi gazlayıp kaçtılar oradan. Arkalarından izleyen Cengiz'in aynen Kenan Birkan'a benzemiş, Lüsifer olmuştu tövbe estağfurullah.

Aynı gece, Kenan'ın uykusu kaçmıştı, Eyşan'ı apar topar köşke getirtti. "beni görmemenin bir sebebi olmalı. Sevdiğim kadınla mutlu olmak için daha ne yapmam gerek?" diye sordu. O sırada telefon çaldı, Temmuz Kenan'a hedefin yakında vurulacağını, artık çözülmeye başladıklarını söylemek için aramıştı. Kenan ona "Manolya'da mısın sen?" diye sordu. Konuşma bitince Eyşan laf kalabalığı yapıp,  "iş teklifi gibi bir evlenme teklifini kabul edemem" diye atarlanıp kaçtı oradan. Sonra da Ezel'e "Temmuz manolya diye birinde" diye mesaj attı.

Ali ile Ezel tartışıyorlardı. Ezel "Onlar gibi olamayız, onların kötülüğünün sınırı yok." dedi. Ali "sen olamasan da ben olurum" dedi Ezel'e.

Temmuz Cengiz'e daha kötü olmalarını ve bebeği öldürmelerini söyledi, Cengiz panikledi, "bunu yapamam" dedi ama Temmuz kararlıydı.

Şebnem Manolya'nın kim olduğunu bulamamıştı bir türlü. Ezel ise uyuz Bade'yi yeni erkek arkadaşından korumak için takip ettiğinden marinada idi (moloz diyorum inanmıyorsunuz). Jetonu düştü, Manolya bir tekne idi! Temmuz teknesinde şırıngalar hazırlıyor, planlar çiziyordu. Ali ile Ezel geldiler, Temmuz'un adamlarını vurdular, tekneye girdiler ama kenafir gözlü gitmişti çoktan. Planları görünce Ali ölmekten beter oldu.


Bundan sonraki sahnelerde ben de artık çok gerildim, Temmuz'a küfür etmekten dilimde kıl tüy yün bitti. Bu Temmuz yaralı hasta kılığında hastaneye girdi. Bu esnada bütün telefon sinyallerini de engellemiş şerrefsiz. Yüzündeki sahte kanları silip önce Azad'ın korumasını kesti. Sonra bebeklerin yattığı odaya girdi. Tevfik'i buldu. Şırıngayı çıkarttı. Ama dişi kaplan Azad üzerine atlayınca ne yapacağını şaşırdı, Azad ensesine kocaman bi iğne sokup siktiri çekince kuyruğunu sıkıştırıp kaçtı hastaneden.


Ali peşinden koşmuştu Temmuz'un ama Ezel takip etmeyeceklerini söyledi. Sonra da Eyşan'ı aradı, "şimdi!" dedi.

Eyşan bu sırada Kenan'la birlikte idi. Ezel'den telefon gelince eğilip (arada boy farkı var tabii:) Kenoş'u şap diye öptü, kız kardeşini öldürten adamı. Sonra kafam kadar tektaşı parmağına geçirip evlenme teklifini kabul ettiğini beyan etti. Nihayet Kenan'ın telefonunu çalıp içeri kaçtı "yüzümü yıkayacağım" diye. Telefondan Temmuz'a mesaj attı, yerini sordu, adresi de Ezel'e gönderdi. "Ali yapsın" dedi Ezel'e "Çok acı çekmesini istiyorum".

Temmuz başına gelenlerden dolayı sarsılmış "her şeyden 2 tane" diye sayıklayarak teknesine gidiyordu. Hatırlarsanız Temmuz'un evinde her şeyden 2 tane var idi. Böylece geçmişe gittik ve Temmuz'un çocukluğuna döndük. Temmuz'un ikiz kız kardeşi varmış : Manolya. Çocukların anne babalarını askerler öldürmüş. Buncağızlar hastanede yaralı yatarken elele hayatta kalmaya çalışmışlar, "her şeyden 2 tane olsun" diye  birbirlerine söz vermişler. Yani Temmuz masum bir bebek iken katil olmuş!


Temmuz bu hatıralar ile teknesine gitti ama tekne onu almadan uzaklaştı. Ve Temmuz'un arkasında, çok uzun zamandır beklenen yüzleşme için Ali vardı.

Temmuz sonunun geldiğini anlamıştı. "Beni hiç bir zaman unutamayacaksın, kabuslarına gireceğim" dedi Ali'ye. "Bahar kimdi? Tevfik kimdi? Onları ben öldürdüm, beni asla unutmayacaksın, hep böyle hatırlayacaksın". Ali çarmıha gerer gibi avuçlarına birer kurşun sıktı Temmuz'un. Sonra silahı kafasına dayayıp "Soyun" dedi. Evet o an hepimiz aynı şeyi düşündük!


Böylece kenafir gözlü, kısa paçalı, converseli, maviş psikopat katilimiz, 2 senedir giymekte olduğu kıçına göre pantülünü, boğazına kadar iliklediği gömleğini, anne örgüsü kazağını, bir beden büyük parkasını çıkarttı. Adeleli taş gibi vücudu ve likralı kısa siyah boxer donuyla çıplak kaldı. Anam! Bu kıyafetlerin altından ya beyaz pazen Eros donları ya da uzun paçalı bir şeyler çıkmalıydı. Fakat siyah ve strech? Bilemedim dostlar.

Ali "Seni hep böyle hatırlayacağım" dedi ve Temmuz'un taşşaklarına bir el ateş etti. Sonra, hönkürerek yere yığılan Temmuz'un ağzına silahı sokup "bu da benim imzam orrospu çocuuuu" dedi ve tetiği çekti. İşte birinci sezondan beri bizi korkutan unutulmaz kenafir gözlü katilin sonu böyle geldi.

Ezel Vurkaç'ta otururken Cengiz aradı. "Ne kadar çok istiyorsun?" diye sordu Ezel'e. "Neyi?" "Kenan'dan kurtulmayı."

Ve bölüm böylece sona erdi. Hatırlarsanız Ezel taa 40. bölümde, Kenan'ı Cengiz'in yeneceğini söylemişti. Şimdi son 2-3 bölüm kala, iş oraya mı gidiyor. "İhanet onları ayırdı, intikam birleştirecek" durumu nihayet gerçekleşiyor mu? Hayminako! Bütün 2. sezon boyunca hepsi birleşip Kenan Birkan'la savaşacaklar diye bekledim, hadin artık dizi bitti ülen!

xo xo

17 Mayıs 2011 Salı

Pantüle niyet kitaba kısmet

Aylar yıllar önce Terkos pasajından aldığım pantüllerim bollaştı, çirkin görünüyorlar. Hem pasajdan aldığım için onları giydiğimde yeni bir şey giymiş gibi hissetmiyorum. Hem de Zara'daki renk patlaması aklımı çeldiğinden kendime turuncu, saks mavi veya çimen yeşili bir pantül almak istiyordum. O yüzden iş çıkışı gittim biraz mağaza dolandım ama bu işlem her zamanki gibi canımı sıktı. İstediğim gibi bir pantül de göremeyince kendimi D&;R'a attım.

Ne zamandır şöyle bir Tarihçi ya da Shantaram gibi zevkten kendimden geçerek okuyacağım müthiş romanlar arıyorum. Bugün işte D&R'da bakındım bakındım, "Fedailerin Kalesi Alamut" aklımı çeldi biraz ama bilemedim, 2 tane de Tami Hoag polisiyesi gördüm, bunları da belki fuardan alırım dedim kendi kendime. Sonra Firmin'i aldım. Minik bir kitap, kitap yedikçe okumayı öğrenen hümanist entel serseri fare Fermin'in öyküsü. Pek çok esere gönderme doluymuş, oldukça zevkli bir edebiyat eserine benziyor.



Sonra tam çıkacakken ne göreyim? Diana Wynne Jones'un Şato üçlemesinin son kitabını çıkartmış aslan İthaki yayınları. Serinin ilk kitabı, biliyorsunuz Miyazaki Usta tarafından animesi yapılan Yürüyen Şato, ikincisi de Uçan Şato idi. Bu üçüncü kitabın adı da "Sihirli Ev". Diğerleri gibi renkli ve hoş bir animasyonu andıran kapağı dikkati çekiyor.



İşte böyle dostlar. Giysi alamadım ama kitap almakta hiç sorun yaşamadım. Açıkçası Zara'nın rengarenk koleksiyonunda çok aklım kaldı, şöyle cart turuncu bir bluz ile curt yeşil bir pantül alıp renk bloklamak isterdim ama olmuyor bir türlü, meh!

Son olarak Ezel dizisinin soundtrack albümü "Ezel Orijinal Dizi Müzikleri"ni satın aldım. Fakat çok acıdır ki, Tuncel Kurtiz'in seslendirdiği Etme, İnsan Yaşıyorken Özgürdür ve Durursan Kurtlar Kokunu Alır parçaları CD'den çıkartılmış. Kurtiz'in sesinden sadece "Herkes Öldürür Sevdiğini" kalmış albümde. Yazık olmuş, bu albümdeki en güzel parça, Jenerik hariç tabii, ETME idi bence.




İşte bende havadisler böyle idi, peki siz en son ne aldınız, kıyafet mi? kitap mı? cd mi? kedi maması mı? başka bir şey mi? Ne olsa bahar geldi, yaz geldi. İnsanın canı bu mevsimde alışveriş yapmak ister.

xo xo

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Ezel 2. Sezon 33. Bölüm : ELİMDE KALANLAR

Ezel'in 66. bölümü en acıklı, en duygulu bölümlerden biriydi. Aynı zamanda finale birkaç adım kala düğümün çözülmesine dair hiçbir katkısı olmayan öylesine bir bölüm oldu. Ezel 2. sezon neden böyle oldu gerçekten kafam basmıyor, artık düşünmeyi de bıraktım. Birkaç bölüm sonra dizi bitecek, ben de rahatlayacağım ama beri yandan çok özleyip çok da üzüleceğimi biliyorum.

66. bölümü bilgisayarım bozulduğu için geçen hafta yazamamıştım, işte karşınızda :

EZEL 66. BÖLÜM


DİKKAT SPOILER





Ali, Tefo'yu öldüren Çaki veletinin kafasına sıkacaktı bi tane ama Ezel mani oldu. Feci şekilde ağlayan Şebo ise Ali'ye "senin yüzünden öldüüü" diye höykürdü. Eh haklı sayılır. O gerizekalı mal sürpriziniz olmayaydı Tefom şimdi hayattaydı!

Ali eve döndüğünde 2 hafta önce izlediğimiz o sahneye bağlandı. Ali, annesinin karnındaki oğluna "Savaşın ortasında  çok güzel geçirdik Tevfik abinle. Ama ben onun ismini bugün sana verdim oğlum, çünkü bugün onun canını ondan ben aldım" dedi.

Ertesi gün Cengiz gazetede Tefo'nun ölüm ilanını gördü, Temmuz'u aradı, Ali şimdi onların üzerine saldıracaktı ve Cengiz'in planı Kenan'ı yem olarak kullanmak idi.


Tefoşu kimsesizler mezarlığına, yıllar önce töre için öldürdüğü kızkardeşinin yanına gömdüler. Kenan Birkan adına gönderilmiş çelengi görünce çıldırdı, Cengiz'in evine gitti, Ezel peşinden koştu. Meğersem Ezel bi araç ayarlamış, plan kurmuş, adamları satın almış. Araç eve girdi, içinden sadece bi çelenk çıktı, Ezel Bayraktar'ın adı yazıyor üstünde. Cengiz'in ödü patladı.

Ezel Ali'ye bi telefon verdi, "bu numarayı ara" dedi. O esnada Temmuz dükkanındaydı, bi kadın müşterisi vardı, kadın işini bitirip çıkarken sırt çantasını bıraktı dükkanda. Ali numarayı çevirince çantadaki bomba patladı ama Temmuz kurtulmuştu. Koşa koşa Cengiz'e gitti kenafir gözlü katilimiz. Cengiz de bunu kandırıp Kenan'ı yem olarak kullanmayı kabul ettirdi.


Ali ile Ezel, Çaki'yi (Tefoş'u vuran Converseli katilimiz Temmuz'un kendi gibi psikopat çocuğu Ocak) ıslahevinden çıkarttılar. Ezel çocuğa silahını verdi, "görev tamam, Tevfik öldü" dedi. Çaki şak şak şarjörü çıkarttı, silahı alıp yürümeye başladı. Berikiler de onu takip ederek Temmuz'a ulaşacaklardı.

Azad Şebo'yu Tefo'yla yaşadıkları ve Tefo'nun öldüğü evlerine getirmişti. Şebo burada sakladığı zulasını patlattı, altın vuruş yaptı. Bu arada uyuz Bade aramıştı, Azad onu da Tefoların evine çağırdı.


Çaki gerçekten Temmuz'u aradı. Temmuz da "orada kal" dedi çocuğa. Ali bu yolun sonunda ne olacağını bilemediğinden oğlunu "Ömer"e emanet etti. Ezel de "Sana birşey olursa ona babalık yapacağım, ama kahramanı hep sen olacaksın Ali abi" dedi.

Temmuz Çaki'yi almaya bi eleman yolladı. Gofret verip çocuğu kandırmasını; bıçakla öldürüp parka atmasını emretti. Sonra bir otel giriş kartı verip oraya dönmesini söyledi. Burası Kenan'ın geleceği otel idi.

Can annesiyle babası sandığı Cengo'nun boşanacaklarını öğrenip çok ağlamıştı. Şimdi de evden kaçmış, Ezel'i aradı. Ezel Ali'yi bırakıp oğlunun yanına koştu.

Yüksek dozu çakan Şebo evden kaçtı, tabii tammmm o anda Azad'ın sancıları tuttu.

Ali Çaki'yi izliyordu, kadının teki gelip çocuğa gofret verdi. Aaa meğersem Temmuz'un elemanı bu kadınmış! Ali geldi, çocuğu kurtardı, kadını derdest edip cebindeki otel kartını buldu. Tabii bu aslında Ali için kurulmuş bi tuzaktı. Ali tuzağa düştü.

Ezel Can'ı bulmuş, Eyşan'a haber vermişti. Eyşan çocuğu aldı, Ezel güzel kadına "Kenan için mi boşandın?" diye sordu. "Eğer onun için değilse, yardım et; Kenan'ın işini bitirmem için yardım et". Eyşan "Başına gelenler kimsenin suçu değil, kendi suçun" dedi Ezel'e. "Her yanın ölüm olmuş, ben artık özgürüm" dedi.

Ezel Ali'yi bıraktığı yere gedi, adam ortada yok! Çünkü otele gitmiş, cebini de güvenliğe bırakmıştı. Kenan ise otele gelmiş Eyşan'ı arıyordu. Can'ın yanındaki Eyşan gelemeyeceğini söyledi Kenan'a. Kenan da eve gitmeye karar verdi.


Ali adım adım tuzağın içine, ölmeye ilerlerken; Azad'ın imdadına Bade yetişti. Önce ambulansı sonra da Ezel'i aradı. Ezel bu sefer Tefo'nun cebini aradı, çünküüüü Ali Tefoş'un cep telefonunu almış, arada mesajları okuyup Tefo hasretini yatıştırmaya çalışıyordu. İşte Ali o telefon çalınca açtı, haberi alınca son anda tuzaktan kurtuldu, Tevfiklerin evine gitti, ve Azad'ın kollarında minik oğlu Tevfik ile karşılaştı. Tam Tefo'nun öldüğü yerde küçük Tevfik doğmuş ve tıpkı Tefo abisinin defalarca yaptığı gibi, Ali'nin hayatını kurtarmıştı. "Bıraktığın yerden Tefom" dedi Ali abi. Bu esnada Şebo bir kenar mahallede yerlerde kendinden geçmişti. Öldü mü kaldı mı Allah bilir.

Keşke Ramiz Dayı hayatta olaydı da torununu göreydi.

20 Yıl Sonra Buluştuk

Cumartesi günü nihayet İstanbul bahara kavuştu dostlar. Güneş Boğaz'ın lacivert sularında parlarken, erguvanlar mosmor çiçekleriyle şehri donattılar.


Ben de Facebook sayesinde izimi bulan ortaokul arkadaşlarım ile buluştum.

Ortaokulu 1988/89-1990/91 yıllarında Gaziosmanpaşa Ortaokulu'nda okumuştum. Ortaköy'de deniz kıyısındaki tarihi okulda yani. Burası günümüze kadar ayakta kalabilmiş küçük bir saraydı aslında, şahane resimlerle süslü yüksek tavanları, ahşap sarmal merdivenleri, uzun kapıları ve püfür püfür bir bahçesi vardı. Okul tam 70 sene eğitim verdikten sonra 2002 yılında alçakça yakıldı biliyorsunuz, o güzelim resimlerle bezili çatılar kül oldu maalesef. Bina yıllardır boynu bükük ve öğrencilerinden mahrum, boynu bükük beklemekte. Her sene yağmur, kar, güneş derken tahribat daha da büyüyor.


Bizler işte bu güzelim okulda okumuştuk. Ben o zamanlar gayet yabani, kimselerle konuşmayan, utangaç, çekingen ve de beyaz çoraplarını donuna kadar çeken çirkin bir kız çocuğuydum. Kimseyle çok yakın arkadaş olmadığımdan mezuniyetten sonra da hiç biriyle bağlantıda kalmamıştım. Facebook sağolsun, geçen aylarda pıtır pıtır bizim sınıf ortaya çıkmaya başladı. Sohbet muhabbet derken meşhur matematik öğretmenimiz Mehmet Başkalem hocamız da aramıza katıldı. Böylece Cumartesi günü Baltalima Oba restoranda kahvaltı yapmak üzere buluştuk.


Oba'da daha önce kahvaltıya gitmemiştim. Açık büfe gerçekten gördüğüm en muhteşem açık büfe idi. Peynir çeşitleri baş döndürürken, tatlılar, pastalar, baklavalar akıl almaz derecede bol ve baştan çıkarıcı idiler. Sucukları, kroketleri, salamları saymıyorum bile. rejim yapmayan dostlara duyurulur, burada kendinizden geçebilirsiniz. Ben bile bi çeşit tatlının üzerindeki pembe kremadan iki kaşık yedim.

Neyse, kahvaltı önemli değildi cumartesi günü. Önemli olan 20 sene sonra bir araya gelmekti. O kadar acayipti ki! Herkes aynı gibiydi, ne olsa can çıkar huy çıkmaz, aynı zamanda herkes çok farklıydı. irbirimizi son gördüğümüzde çocuktuk, şimdiyse başından türlü olaylar geçmiş30 küsur yaşında adamlar ve kadınlardık. Kimi evlenmiş, kimi boşanmış, kimi televizyonda meşhur olmuş...

Ama yine de biz 1991 yazında mezun olan sınıf arkadaşlarıydık. Düşünün sabah 10 buçukta başladık, akşam 6'ya kadar sohbetimiz devam etti. Anlattık, anlattık.. Eski öğretmenlerden, onların antikalıklarından, kimin nasıl azarlayıp, nasıl cezalar verdiğinden başladık. Sonra lafı öğretmenimiz ve onunla beraber gelen eski müdürümüz aldılar. Müdür bey çok yaşlanmış, o olduğunu bilmesem hayatta tanımazdım. O neler anlattı, ne bombalar, kahkahadan kırıldık. O zamanlar bizi korkutan öğretmenleri bir de müdürümüzden dinlemek çok eğlenceli idi doğrusu.


Sonra sınıfta olan bitenlere geldi söz. Ah aman, ne aşklar, ne hikayeler, bütün eski vukuatlar ortaya saçıldı, herkes sürekli birine aşıkmış o zamanlar, Dallas gibiymiş sınıf. Sürekli bir hareket, olay,  karşılıksız aşklar,  kaçak ilişkiler, olaylar, eğlenceler. Ben yabaniliğimden bunların hepsini kaçırmıştım işte, bi tane bile doğumgününe gitmemiştim, bir kere bile Kuruçeşme parkına kaçmamış, bütün çılgınlıklardan bihaber uyuz uyuz ders çalışmışım. Üzülmedim dersem yalan olur. Keşke daha farklı, dışa dönük bir çocuk olsaydım. Ortaokul lise gibi değildi, daha az kalabalıktı sınıf, herkes bu taraflardan, Bebek, Ortaköy, Beşiktaşlı idi. O zamanlardan bugünlere uzanan dostluklar kurabilirdim. Artık geçmiş olsun.

İşte böyle, fırsatınız varda Facebook gerçekten bi işe yarıyor bakın, eski sınıflarınızla buluşabilirsiniz, bütün eski gizli saklı hikayeleri de öğrenebilirsiniz. Ben iyi ki gitmişim bu buluşmaya diyorum. Kesinlikle çok eğlenceli, çok mutlu bir gündü. Herkese tavsiye ederim:))

xo xo

15 Mayıs 2011 Pazar

Ezel 2. Sezon 32. Bölüm : GÜZEL GÜNLERDİ

Hiç beklenmedik şekilde bilgisayar kaybına uğrayınca yazılarım kesintiye uğramıştı. Ezel'de tamamen Tefo'ya ve Sarp Akkaya oyunculuğuna adanmış 65. bölümü çok geç de olsa yazıyorum. Kayıtlara geçsin en azından, sonradan Ezel'i özlersek dönüp okuruz.

DİKKAT SPOILER


EZEL 65. BÖLÜM





Bu bölümde en sevdiğimiz karakterlerden Tefomuzun öleceğini biliyorduk. Ama bu kadar kahrolacağımızı tabii tahmin etmemiştik.

Hatırlarsanız 64. bölümde Temmuz Tefo'yu deşmiş ama Tefo oracıkta ölmemiş idi. Bu olaylar olup biterken ortalarda olmayan Ezel ise aslında oralarda imiş, Temmuz'u öldürmek için gelmiş, hatta Temmuz Tefo'ya işkence ederken orada imiş. Temmuz Tefo'yu deşip sonra da evini taramaya gittiğinde Ezel peşindeymiş Temmuz'un ve evde herşeyden habersiz oyun oynayan Şebo, Azad ve Ali'yi kurtarmış. Bu olaydan sonra Tefo 1 hafta komada kalmış.

Tefo komadan çıktığında karşısında Ali'yi gördü. Ali "buradan çıkınca işten de çıkıyorsun" dedi Tefo'ya; "uyardım, ailemi tehlikeye atarsan dedim" dedi.

Tefo hastaneden çıkıp Vurkaç'a geldi. ALi bi tomar para verdi ona. "Onlar benim ailem, sana dedim!" Tefo gözlerine baktı Ali'nin: "ben neyindim Ali abi?". Sonra parayı alıp Şebo'yla gitti, sinir krizi geçirdi. Ali ve Ezel ondan nasıl vazgeçerlerdi? Ama eve gelip kanları, izleri  görünce yaptığı hatayı anladı. Pişman oldu.



Cengiz ve kenafir gözlü psikopata katil Temmuz Can'ın oyun oynadığı parkta buluştular. Cengiz artık Ali'nin yalnız kaldığını ve Temmuz'un intikam alabileceğini söyledi. "Tefo onun freniydi, Ali kendini kaybedecek" dedi.

Tefo Şebo'yu alıp yıllarır gitmediği annesinin evine götürdü. "Ben herşeyi düzeltip geri geleceğim" dedi. Şebo onun ne yapacağını anlayıp Ezel'i aradı. Tefo Temmuz'un Çaki kılıklı manyak oğlunu yetimhaneye getirdi. "Adını söylemezsen seni buraya bırakırım" dedi, velet adını söyledi : OCAK. Allah bilmemnenizi versin be!

Ali, Tefo'yu satan kurutemizlemeci Kocaeli'nin peşinde idi. Temmuz Kocaeli'yi arayıp buluşma önerdi. Tefo Çaki'yi kendi evine geri götürmüş, oyuncaklar almış. Çaki babasının yanına gitmek istemiyordu, Temmuz istemediği şeyler yaptırıyormuş ona. Tefo çok üzüldü. Çünkü zamanında o da hiç istemediği bir iş yapmıştı babasının zoruyla.


Tefo'nun çok sevdiği kızkardeşi Emine, o da Tefo'ya çok düşkün, bu kızın peşine fabrikadan bi adam takılmış. Babalarına göre adam kızla yatmış, ve evliymiş, Tefo'nun kızkardeşini öldürmesi gerekiyormuş.  O cıvıl cıvıl, tatlı, Tefo'ya "abi, abi" diye şakıyan kız kardeşini! Ama Tefo suçlu, kızkardeşi Tefo'ya adamdan bahsetmiş, onu sevdiğini söylemiş, Tefo gitmiş annesine yetiştirmiş bu haberi. Olaylar oradan patlak vermiş. Eline silahı alan Tefo kardeşinin odasına girince kıyamamış, "kaç" demiş, Emine de kaçmış gitmiş.

Çaki Tefo'yu Temmuz'a getirdi. Ezel Tefo'yu aradı , beraber gitmek istedi. Tefo ise "ben bu işi tek başıma düzelteceğim, siz bi bok bilmiyorsunuz" dedi. Bu arada Temmuz Ali'yi de kandırıp tuzağa çekmişti. Ali gelmeden vuruşma başladı. Ali gelince ise önce Kocaeli'yi vurdu. Ama Temmuz'un adamları doldurmuştu etrafını, tuzağa düştüğünü anlayınca sokakta bi çöp bidonu arkasına saklandı.

Temmuz Tefo'yu yakalamış yolun ortasına sürdü. Elemanlar Tefo'nun etrafını sardılar. Temmuz Ali'ye saklandığı yerden çıkmazsa Tefo'nun öleceğini söyledi. Tefo "Çıkma Ali abi" diye bağırdı.

Cengiz perişan vaziyette Kenan'ı aradı, Eyşan'ı almasın, karısını bıraksın diye yalvardı. Yiğit Özşener'in döktürdüğü bir sahne idi bu. Kenan ise aynı acıları çekmiş bir adamdı "Bitti çocuk, vazgeç!" dedi Cengiz'e.


Tefo "Ali abi herşeyi düzeltmek istedim" diye seslendi. Ali saklandığı yerden "ikimizi de düzelttin" diye cevap verdi ahahaahh. Sonra "Urasıma iyi bak" diye vasiyet etti. "Ali abi benim için ölecek misin?" diye haykırdı Tefo. "Sen öleceksin ben yaşayacak mıyım?" dedi Ali ve ölmeyi bekleyerek ortaya çıktı. Silah sesleri duyuldu. Ama o da ne? Ali değil Temmuz'un adamları yere serildiler. Meğersem Ezel ile Tefo anlaşmışlar. Tefo kendini yem yapmış, böylece Temmuz'un adamlarının ortaya çıkmasını sağlamış.

Geçmişte ise, kızkardeşinin kaçmasını sağlayınca ailesi Tefo'yu evden atmış. Annesi kızın yerini öğrenince Tefo!ya gelip silahı eline vermiş yine. Tefo "n'olur anne yaptırma" diye ağlamış.


Temmuz'un adamları temizleninc Tefo evine döndü, aaa Çaki veleti orada idi. Bu velet yolları hiç unutmazmış meğersem. Tefo çocuğun kendisini "abi" diye çağırmasını istedi.

Eyşan ile Cengiz'in boşanma davaları görülüyordu. Cengiz istemeyince Eyşan Cengiz'in Can'ın babası olmadığını gösteren belgeleri çıkarttı, hakim de bunları boşadı. Cengiz tuvalette sinir krizi geçirirken Temmuz geldi. "tek kelimeyle sırf canın istiyor diye birini öldürebilirsin" dedi. "Kimi?" diye sordu Cengiz.

Tefo Şebosunu aradı. O kadar iş becermişti, yine de Ali abisi ve Ezel ona "gel" dememişlerdi. Kucaklamamışlardı onu. Ah Tefo nasıl ağladı, muhteşem Sarp Akkaya oyunculuğu bu bölümde artık zirve üstüne zirve yapmıştı dostlar. Şebo "gel beni al" deyip telefonu kapattı.

Meğersem mal, gerizekalı, dongoz Ali sürpriz hazırlamış Tefo'ya. Evin karşısına pankart açmış "Tefom aramıza hoşgeldin, kafama tükürüyüm" diye. Hesapta evden çıkan Tefo görecekti pankartı, kavuşacaklardı.


Ama bu esnada evde Çaki'ye bir telefon geldi. Telefondaki sesi dinleyen çocuk Tefonun oracığa bıraktığı silahı aldı ve ateş etti.

İlk sezon izlediğimiz o sahneye geri döndük. Tefo kızkardeşinin saklandıığ eve gitti ve kızkardeşini vurdu. Kızın son sözü "abi" idi. Abisi bir katildi Emine'nin.

Silah sesini duyan Ali yukarı fırladı. Adliyede telefonu kapatan Temmuz "oldu" dedi Cengiz'e. "İyi geldi" dedi Cengiz.


Çaki "abi" diyerek ve ağlayarak bakıyordu Tefo'ya. Tefo yere düştü. Ali Tefo'nun evine girdi, belki 1 saniye Tefo onun geldiğini gördü ve oracıkta öldü.


Alçaklarrrrrr, geber Temmuz, sürüm sürüm sürünesin Cengiz.  Ali-Tefo aşkından ne istediniz şerrefsizlerrrrrrrrrrrr. Hüüüüüüüüüüüü.



Sevdiceğin kollarında öldü Kerpeten Aliiiiiiiiii, sürprizine sokayım moloz herif hüüüüüüüü :((((

13 Mayıs 2011 Cuma

Elalemin bilgisayarını kullanmak ne berbat bi durum

Haftasonu yazı yazar blog alemi ile hasret gideririm diye şirket bilgisayarımı eve taşıdım bu akşam. Ah ama elalemin şeyiyle gerdeğe girilir mi? Girilmez tabii. Herşey yasak ve de kısıtlı şirket bilgisayarında. Öfff çok mutsuzum ya, yıllardır kendime cillop gibi bi cihaz alamadım:(( Bir kaç ay durumumu düzelteyim ilk işim bilgisayar almak olacak.

Mümkünse eksik kalan 2 haftalık Ezel yazılarımı tamamlamak istiyorum haftasonu. Okuduğum kitapları yazmak istiyorum. Maceralarımı da yazmak istiyorum ama fotoğraflarımı yükleyemeyince ne anlamı kalacak:(  Kullanabilmek için fotoğrafları bir USB'ye yükleyip şirkete götürüp güvenlik taramasından geçirmem gerekiyor. Ölme eşşeğim ölme.


Neyse iş güzel gidiyor. Yemekhanede çıkan yemekler güzel, şirkette kurulu bir düzen var, neyin ne olduğu belli. Belli ama tabii ben daha çözemedim. Her bokun müdürü, amiri memuru var, ne iş için kime gideceğimi bilemiyorum henüz. Artık zamanla öğrenirim. Sonra hepimiz Skype kullanıyoruz, ne kolaylık ama, çat istediğim an müşterimle görüşebiliyorum. Sonra resmi günlerde tatil var. Batık firmada Cumhuriyet Bayramında bile işe gidiyorduk, ne korkunç değil mi? Halbuki haftaya 19 Mayıs'da tatilim artık ahahahah. Yeni iş arkadaşlarımla Polonezköy'e gideceğim. Artık köyde yuvarlanma maceralarımı anlatırım size. İşle ilgili tek sıkıntım yolu. Çok uzak değil ama Bebek'ten her yere gitmek zor olduğundan ve de sürekli trafikte kaldığımdan sıkılıyorum. Ama maaş kartımı düşünerek avutuyorum kendimi.

Yarın da ortaokul arkadaşlarımla buluşacağım. Ne acayip değil mi? Facebook'dan bulduk birbirimizi. Hiçbirini yolda görsem tanımam, ortaokul dediğin Seksenlerin sonu, 20 sene olmuş, hepimiz çok değişmişiz. Çoğu evlenmiş, doğurmuş vs vs. Bense buzdolabında uyuduğum için hiç değişmemişim! Bakalım, bazı öğretmenlerimiz de gelecekmiş, hey gidi. Eski komik ve de rezil anılarımızı anımsayıp güleriz. Bazıları eski fotoğrafları da getirecek. Çok korkunç çünkü ben o zamanlar beyaz çoraplarını donuna kadar çeken dobez kız tipiydim. Suratımın yarısını kaplayan çerçevelerim vardı. Korkunçtum yani. Ama ne yapayım, o zaman moda öyleydi!


Yarın da gidip kendime renkli birşeyler almak istiyorum. İçine tükürdüğümün manyak havası yüzünden kaç gündür palto giymekteydim. Sabah çok erken kalktığımdan hava epey soğuk oluyordu. Bu akşam hava birden ısınınca kendimi üzerimde paltoo, elimde eşşek ölüsü laptop çantası ile metrobüste buluverdim. (Trafik yoğun olunca servisten inip metrobüse biniyoruz). Üzerimde siyah skinny jeans, siyah Greyder botlar, siyah hırka vardı, kendimden tiksindim. En canlı renklerle bloklamaya başlamak istiyorum! Lütfen bu iğrenç kış mıdır, bahar mıdır ne idüğü belirsiz mevsim bitsin artık!

Yeni yazılar ve haberlerle görüşmek üzere

***Yorumlara cevap veremediğim için çok üzüldüm, küsmeyin bana, elimizde olmayan teknik sorunlardan sebep:((

xo xo

8 Mayıs 2011 Pazar

Anlatacak çok şey vardı ama bilgisayar yoktu.

Mesela yeni işimde istikrarlı olduğumu söyleyecektim. Okuduğum kitapları anlatacaktım: Doktor Proktor'un Osuruk Tozu, Suç, Sis ve Gece... Bebek'te açan erguvan ağaçlarının fotoğrafını gösterecektim. Asmalımescit'de geçen haftasonunu ballandıracaktım. Turuncu ojelerimle hava atacaktım. Ezel'in soundtrack'ini soracaktım. Ölüm Yadigarları DVD'sinde çıkartılmış sahnelerde Harry ve Dudley'in vedalaşmasının da olduğunu müjdeleyecektim, aynen kitaptaki gibi. Ama ancak bu kısacık mesajı atabiliyorum. Bilgisayarım abimde neyse tamir olur umarım.

Yakında görüşmek dileğiyle

 xo xo

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Takoz laptopum force'un rahmetine kavuştu

Evet dün akşam eve gelip bilgisayari açmamla kafamdan aşaği kaymar sularin bosalmasi bir oldu. Açılmadi cihaz. Ekrandaki mesaji abime okudum, sıçtın dedi. Artık nasıl olur bilmiyorum, Ezel yazım bile kaldı. Bir süre sesim soluğum çıkmazsa bundan sebep. Bu mesajı telefondan yolluyorum, sonunda bi işe yaradı:) cok yakında görüşürüz umarım. Xo xo

Deneme atisi

1 2 3!

3 Mayıs 2011 Salı

Sanatın Dijital Olanından Hiç Hazetmiyorum

Çok sanatsever insanlar olduğumuz için haftasonu canım dostlarım Lady Charlotte ve Zekish ile İstanbul Modern Müzesindeki bir dijital sanat çalışması olan Kayıp Cennet isimli sergiye gittik.

Sanatın daha modern olanını anlamamışken dijital olanı 3 beden büyük geldi beyinciğime dostlar. Hiçbir şey anlamadım, böyle mal mal baktım, bunlar neymiş diye.


İlk girdiğimiz odada tavana asılmış ve bir sürü üçgenciken oluşan renkli, devasa bir küre var idi. Kenardaki açıklamada eserin adının "Kırmızı Duygusal Küre" olduğu yazıyordu. Hani yuvarlak ve renkli birşey olduğundan ben bunu çok sevdim ama artık bir çay kaşığı gibi duygusuz olduğumdan mı nedir, küreciğin duygularını anlayamadım dostlar.

İlerleyen odalarda, sanatçının biri fotoşopta renkleri karıştırmış, bu renk salatasını bir ekrana yansıtarak duvara asmıştı. Karşı duvarda ise projektörlerden yansıtılan ağaç imgeleri salınıyordu. Bir başka duvarda da, sanatçı, "Danseden Payet Elbiseli Kız" diye bir hareketli gif resmi gibi bişey yapmış onu sergiliyordu.


Herhalde bu salon şaka salonuydu, gerçek sergi değildir diye düşünerek alt kata indik. Hah, Kayıp Cennet burada idi. Bu sergide bir sürü video gösterimi yapılıyordu, küçük küçük karanlık odalara girip çıkarak dijital sanatı deneyimlemeye çalıştık (Ahahaahah) . Mesela bir videoda, adam Beyrut'ta bir bina cephesini çekmiş. Öyle. O kadar. Durağan bir şekilde binaya, pencerelere bakıyorsun. Bir başka video gülen bir ağız ve dişleri gösteriyordu, dişlerden birinde bir resim görünüyordu belirli aralıklarla. Başka bir videoda ise düzenli şekilde bir ışık yanıp sönüyordu, acaba hipnotize etmeye mi çalışıyor diye düşünmedik değil. Bu salonda da yine duvarlara yansıtılan imgeler, renkler, şekiller mevcut idi.


Bir de 3 duvarlı ev yapmışlar, içeri girip pencereden karşı duvara bakıyorsun, karşı duvarda çayır çimen resmi var. Böylece sanatı içinden yaşamış oluyorsun.

Ayyyyy kaçtık resmen sergiden, Taksim'e attık kendimizi. Midpoint'in şahane terasında keyif yaptık da keyfimiz yerine geldi.

Dijital sanat meraklılarına tavsiye olunur.

xo xo