31 Ocak 2011 Pazartesi

Nicole Kidman 2011 SAG Awards Red Carpet

Dün gece dağıtılan Screen Actors Guild ödüllerine Nicole Kidman kocası ve Nina Ricci kıyafeti ile katılmış. O burnu açık ayakkabılar neden, anlamadım. Altın Küre'de de krem rengi tuvalet altına burnu açık siyah ayakkabı giymiş idi. Tövbeler olsun yaleppim.

Peki o kolye neyin nesi o yakanın üstüne??





Nicole'ün o muhteşem kırmızıları, yeşilleri, Dior'ları giydiğini bir daha göremeyecek miyiz, merak etmekteyim dostlar:(

siz beğendiniz mi kıyafetini?

xo xo


30 Ocak 2011 Pazar

La Capitana'dan ağzınıza layık bir ziyafet daha

İşte nihayet dün, bizi günlerce meşgul eden meşhur kombinezonumu giydim ve La Capitana'cığımın hazırladığı muhteşem ziyafete katılmak üzere ailecek Akar malikanesinde toplaştık. Rahat koltuklara gömülüp sohbet ederken aslında hepimizin gözü mutfakta idi ve o muhteşem anı, yemek saatini bekliyorduk çaktırmadan. Kaptanım kendini üşütmüş, sesi kısık, keyfi kaçıktı ama kendisi her zamanki gibi çok şık ve çok güzeldi.


Sibel gelince muhteşem fotoğraf makinelerini çıkarttı ve hiç üşenmeden sıkılmadan benim onlarca fotoğrafımı çekti sağolsun. Gözlüksüz hiç fotom yok diye üzülüyordum biliyorsunuz. Bütün ömrümce gözlüklüydüm, bütün seyahatlerimde de gözlüklüydüm, şimdi o fotoğraflar bana batıyor, hep gözlüksüz olsun istiyorum fotoğraflarım:)

İşteee Sibel'in çektiği şahane fotoğraflardan bir kuple :


Ahahahaah, işte çocuklar koşturup tepinerek oyunlar oynar, büyükler koltuklara gömülüp harıl harıl dedikodu yaparken biz de şakır şukur fotoğraf çektik. Bence çok zevkli fotoğraf çektirmek, sıkılmadan saatlerce poz verebilirim:)))

Neyse, elbise de korktuğum gibi transparan çıkmadı flaşlar patlayınca dostlar. Kombinezon işe yaradı:)))

Çekimlerimiz bitince yavaş yavaş sofrayı kurmaya başladık, önce porselen takımları, sonra teker teker, La Capitana'nın elleriyle hazırladığı nefasetleri masaya taşıyarak sofrayı donattık. Tabii  artık benim fotoğraf makinemi elime alıp, yemekleri çekme saatim gelmişti. İşte dünkü ziyafet sofrası ve La Capitana'nın hünerleri :

Sofranın tam dolu hali bu idi, sonrasında masadan çekirge sürüsü geçmiş gibi oldu tahmin edersiniz ki :


Bu tuzluların içinde zeytin ezmesi ve ıspanak var. 1 tane yedim.

Mercimek köfte için sadece lokum  gibiydi diyebilirim. 2 tane yedim.

Milföy börekler minicik ve çıtır çıtırdı, sadece 1 tane yedim:(

Cevizli kurabiyelerin içi ceviz doluydu, rejimde olduğumdan sadece 1 tane yedim ama delirticiydi lezzeti :

ay ay ay, zeytinyağlı dolmalar şiir gibiydi, ana öğün olduğundan 2 tane biber, 4 tane yaprak sarma yedim:

Patates püresi minik minik topikler şeklinde hazırlanmıştı, 1 tane yedim:

Elmalı kurabiyeler muhteşem görünüyordu ama cevizli kurabiyeden yediğim için bunlardan yiyemedim:

Minik pizzalar sofrayı şenlendirdi, çocuklar bunlara gömüldü, ben de yemek isterdim ama yemedim :

Suböreği milletin ağzında eridi ama ben yemedim:

İşte böyle dostlar. Rejimde olmasam dünyaları yerdim ama sadece dolma ve mercimek köfte de bana yetti, akşam da bir daha yemek yemedim tabii.

Gece 1 demlik kahvemi içip Shantaram'ı okudum, bugün de hala okuyorum, hatta internetten bir Hint radyosu buldum, Hintçe şarkılar dinleyerek okuyorum romanı. Oku oku bitmedi, sanki haftalardır elimde Shantaram var. Bitsin de yeni kitaplara geçeyim istiyorum artık.

Bu hafta şok rejimim var, kilo vermem durduğu için Perihan beni şokladı, sadece et-peynir-yumurta var bu hafta, sabah kahvaltıda bile ekmek yok. Bakalım işe yarayacak mı?

Yeni ziyafetlerde  görüşmek üzere,

xo xo

28 Ocak 2011 Cuma

Kombinezon nedir, nerelerde bulunur?

Geçen ay indirimlerden yaptığım alışverişlerin iflasıma neden olduğunu söylemiştim ya; o nedenlerden biri de Sisley'den aldığım güzelim siyah triko elbise idi. Düz bir elbise ama omuzları kabarık kabarık böyle içimdeki Seksenli yıllar canavarının hoşuna gitti. Eteğinin ucunda da fuşyalı morlu göze hoş gelen bir süsleme var. O kadar işte. Fakat bu elbiseyi alırken etek kısmının triko olmasına rağmen biraz geçirgen olduğunu farkettim. İçini, bacaklarını gösteriyor resmen insanın, ne gereksiz bir durum!!! Arzu da dedi ki (kokoş ya:) ) , "bu elbisenin içine kombinezon giyeceksin!" Allahh!!!

Kombinezon deyince aklıma gelen tek şey; Türkan Şoray'ın 1960'larda çevirdiği filmlerdeki babydoll giyip olgun ve de dolgun butlarını sergilediği kareler. Benim için kombinezon bu yani.


Elbiseyi Cumartesi günü la Capitana'nın vereceği büyük aile ziyafetinde giymeyi planladığım için bu hafta beni aldı bir telaş. İçine ne giyeceğim? Çıktım Akmerkez'e, Penti'de böyle askılı uzun fanile gibi bişey var, ama gelin görün ki; siyahı taze bitmiş. La Senza'da hiç öyle birşey yok. Bi tane Marks & Spencer'da var, ayy çok güzel, incecik, simsiyah... Ama 70 Lira. Mağazada da anons yapılıyor %70 indirim başladı diye.  Neyse aldım kombinezonu (tövbe estağfurullah) , gittim kasaya. Emin olayım diye "bunda indirim var mı?" diye sordum, adam demez mi "o sezon ürünü maalesef". "O zaman şu an itibariyle almaktan vazgeçtim" deyip kaçtım oradan.


Sonra dün akşam Sewal ve Sinem'le Taksim'e gittik. Loya mı ne bi tane doncu var hani cadde üstünde. Oraya sorduk, "kombinezon yok ama bunu kombinezon olarak kullanabilirsiniz" diyerek bişey sattılar bana, 20 Lira, bildiğin perde tülünden edepsiz bi gecelik!!! İşe yarar diye aldım ama salak kafam, kombinezonun amacı içini göstermemek değil mi?? Bu tülden şeyin tek amacı ise olabildiğince çok şey göstermek. Yani o anlamda pek işe yaramadı. Ama o kadar ucuz görünüyor ki, adeta hoşuma gitti, dursun bir kenarda diye kaldırdım dolaba:)))

Hülasa, elbiseyi olduğu gibi giymek zorunda kalacağım. "Amaaann, ailedeki herkes beni çırılçıplak gördü bebekken, yıkadılar pakladılar, biraz bacak göstermekten ne çıkar" diye düşünmeye başladım n'apim? Bu devirde kombinezon mu kaldı allasen???

Biz de işte dün akşam M&N'de yemek yedik. Ben yayla çorbası içip ton balıklı salata yedim. Sonra biraz yürüyecek olduk ama hava son derece soğuktu, buz gibi ayaz vardı, dönüp Starbucks'da sıcacık kahvelerimizi içtik, sonra da evlere dağıldık.

Olmadı bu akşam da Metrocity'e bakayım; jüpon, korse, kombinezon alayım da içim geçsin PÜAHAHAHAH

vay perükamın başına gelenler!!!

27 Ocak 2011 Perşembe

Ezel 2. Sezon 18. Bölüm : GÜZEL VE ÇİRKİN

İş yoğunluğum artınca gecikmeli oldu bu haftanın yazısı.

Ezel'de tartışmasız ikinci sezonun en iyi bölümünü izledik bu hafta sevgili seyirciler. Oyun içinde oyun, planlar, kumarlar, katliam diz boyu, herşey mükemmeldi. Sonunda zevkle gülümseten bölümlerdendi yani öyle söyleyeyim:))) İzlemeyen çok şey kaçırdı yeğen! Bir de bu bölümde geçmişte geçen sahnelere tarih yazmadılar, bu dikkatimi çekti. Sonradan ellerine yüzlerine bulaştırdıkları için mi ne için acaba merak ettim?



DİKKAT SPOILER!  





EZEL 51. BÖLÜM

GÜZEL VE ÇİRKİN



Bölüm Ali ile Ezel'in takışması ile başladı, sanki düşmanca tartışıyorlar gibi gösterdi ama sonra kamera bi döndü, barda karı kız muhabbeti yapıyormuşlar:))) Ezel Bade'yi alıp yürüyüşe çıktı ama Ali abi Azad'la konuşmaya cesaret edemedi.


Eyşan Cengiz'le yüzleşti nihayet. Meğersem Cengiz ona Bahar'ı Ezel'in öldürttüğünü söylemiş. Taa o zaman ihanet etmiş Ezel'e. Eh bu da onun doğası, öyle değil mi kardeş?? Eyşan hışımla evden çıkıp gitti.

Ezel, Badeciği yurda bıraktı ama içini açamadı bi türlü, Bade "ne soruyorsan cevabı evet" dedi ona.

Ezel'in telefonu çaldı, arayan Cengiz'di, bir fikri vardı Cengiz'in. Sabah olurken Ezel gidip Cengiz'le konuştu.

O günün gecesinde, barda toplantı oldu, Dayı geldi, dışarıda konsey kurdu bizimkiler. Şebo "hava alacağım" diye Badeciğin montunu giyip dışarı çıktı, bunları görünce izlemeye başladı küçük casus.


Ezel, Dayı ve diğerlerine Cengiz'in planını anlattı. Silah ihalesi için toplantı yapılacak. Dayı masada Yusuf Eğir'le el sıkışacak. Ali, Eğir'e yalakalık yapıp kafakola alacak. Sonra Tefo ile Cengiz'in işi başlıyor. Bunlar Ali'nin kafakolu sayesinde depoya doğru giderlerken, Cengiz yarım saat oyalayacak Eğir'in korumalarını. Plan işlerse Ali ile Tefo Eğir'i vuracak, sonra Ali'yi Cengiz'e verecekler.

Dayı burada dedi ki "Eğir'e son bi sözüm olacak, son nefesini verirken kulağına fısıldayın." Sonra güldü, "olay yerine ilk gelen ekip, ambulans, jandarma bizim kardeşlerimiz olacak."

Bunları duyan Şebo, paltonun cebinden Badeciğin telefonunu aldı, Cengiz'i aradı. Böyle de böyle senin planı tartışıyorlar diye anlattı gördüklerini.


Cengiz telefonu kapattı, Yusuf Eğir yanındaydı Cengiz'in. "Tamamdır, yediler. Seni sattığımı sanıyorlar" dedi Cengiz ona. Sonra aynı sahneleri bir daha ama bu sefer Cengiz'in kafasındaki plana göre izledik. Mükemmeldi kesinlikle dostlar. Dayı masada Yusuf Eğir'le el sıkışacak. Ali, Eğir'e yalakalık yapıp kafakola aldığını sanacak. Sonra depoya doğru yola çıktıklarında Yusuf Eğir'in adamları Ali ile Tefo'nun arabasına ateş açıp onları vuracak. Temmuz da Ramiz Dayı'yı indirecek. Bu sahneleri Cengiz öyle bir anlattı ki, Yusuf Eğir "yuhh o kadar da değil" dedi ahahahah.

Kenoş malikanesinde, gudik bir hastahane yatağında yatmaktaydı. Eyşan geldi yanına. Yüzleştiler. Kenan onun hala Ömer'e aşık olduğunu söyledi. Eyşan'ın tüm kötülüğüne rağmen Ömer'e aşık olmasını kendisinin de o kadar kötü olup yine de Eyşan'a aşık olmasına benzetti. Eyşan, onu kandıracağını, sevdiğini söyleyip koynuna gireceğini ama sonra onu düşmanlarına satacağını söylediğinde bile, bunu kabul etti Kenan. Çünkü Eyşan'a aşıktı. Eyşan da Ömer'e aşıktı. Öfkelenen Eyşan bir hışım çıkıp gitti.

Tefo, Ali, Azad Ezel'in odasında toplanmışlardı. Şebo kahve götürme bahanesiyle yanlarına girdi. "Artık aslanın inine giriyoruz, yarından sonra kıyamet kopacak, kimse yalnız gezmeyecek, herkes silahla dolaşacak. Bundan sonrası hızlı olacak: Eğir - Kaya - Kenan" konuşmaları duyunca ödü patladı tabii.

Ezel birkaç hafta önce Tefo'dan bardaki herkesin cv'sini incelemesini istemişti. Tefo birini yakalamış casus, o çocuğu kovdular. Ezel'in asıl merakı Bade'ydi ama. "CV'sinde tutarsızlıklar var, referanslar sahte, evi yok. Sadece cep telefonunu biliyoruz." dedi Ezel'e. "Takip et" dedi Ezel Tefo'ya.

Ertesi gün, toplantı günü idi. Eğir'le Cengiz toplantıya giderlerken Cengiz çok gergin olduğunu söyledi, Dayı yüzünden. Eğir "Ramiz'e daha önce de elimi uzattım, ağlaya ağlaya sıktı" dedi Cengiz'e.

Ezel'le Dayı da konuşuyorlardı araçlarında. Dayı "onlar beni yendiler zaten yeğen, devirdiler, kopardılar köklerimden, kaç kere yendiler hesabı unuttum" dedi. Sonra güldü. Bak Dayı gülüyorsa işin içinde bir iş var demektir, bunu artık öğrendik. "Haklısın hesabı uzun tuttum, seni de kullandım, ama inan bana, güç için değil, para için değil, bugün geldiğinde ayakta durmak için, dik durmak için. "


Ve böylece ihale işi için masa başına geçildi. Ted pek memnundu halinden. Cengiz birini arayıp "hazırlıklara başlayın" dedi. Yusuf ayağa kalktı, Dayı'ya hakaretler sıraladı. Geçmişte onu nasıl içeri aldığını yüzüne vurdu. "Küçük ortaksın sen artık" dedi. "Onca sene sonra adam olmuşsun, adamım olmaya hazır mısın" dedi ve Dayı'ya elini uzattı.


Dayı geçmişe döndü. Ancak bu hafta geçmişe dönme sahnelerinde tarih yazmıyordu dostlar

197?
Yusuf Eğir, Ramiz'i içeri almış, ona elini uzatmıştı. Ramiz tükürdü o ele. Eğir bi ışık açtı, duvarda camın arkası aydınlandı, arkasında Selma'yı getirtmişler. Ramiz delirdi. Sonra Selma'nın yanına bi adam girdi ve Selma ağlaya ağlaya soyunmaya başladı, işte o zaman Ramiz de ağlamaya başladı ve Eğir'in elini sıktı.


2011
Ramiz Karaeski uzandı ve Eğir'in elini tuttu, "fırtınada ağaçlar nasıl çatırdan bilir misin kardeş?" dedi, ve  birden  Yusuf'un elini inanılmaz bir güçle sıkarken ayağa kalkmaya başladı!!!! Evet, Ramiz Dayı strikes back! Ezel dizisinin en büyük tadı olan Ramiz Dayı efsanesi nihayet geri dönmüştü!!!


Masada herkes ayağa kalktı, Ramiz elini vargücüyle sıkarken moraran Yusuf ise iskemlesine yığıldı, "işte böyle!" dedi Ramiz Dayı. Ted hık mık etmeye başladı, Ezel ona bi tane yumruk çaktı. Cengiz'e "al sana Ali" dedi, Ali silahını gösterip gülünce Cengiz arkasına bakmadan kaçtı. Bu esnada Dayı hala Yusuf'un elini sıkmakla meşgüldü :))  Dayılar konseyi başkanı Necip "Ramiz ne yaptın, işi mahvettin" dedi. Dayı ona da ayarı verdi : "eskiden burası mert insanlar diyarıydı, şimdi çapulcuları toplamışsın. Eskiden sen çok konuşmazdın, şimdi çok konuşuyorsun. O zaman git söyle onlara. Ramiz Karaeski emaneti olan bu şehr-i İstanbul'u geri alacakmış de!"

Yusuf Eğir'in gözü dönmüştü öfkeden., "öldünüz siz, öldünüz" diye böğürdü. Ezel "hem de kaç kere, seninki ilk mi olacak?" diye yapıştırdı. Yeniden tekerlekli sandalyesine oturan Dayı "Kardeş" dedi ona "o ele bi baktır, yanlış kaynamasın" !!!!! Ve böylece çıkıp gittiler oradan.

Dönüş yolunda Ali gözünü dikmiş böyle bakakalmıştı Dayı'ya. Dayı güldü, "söyle yeğen, içinde kalmasın" . Ali yutkundu kocaman : "Noluyo lan dayı?" AHAHAHAAHAH Bu bölümün en güzel anıydı belki de bu an, Ali'nin eskiden nasıl her bölüm Dayı'nın oyunlarına kanıp göt olduğunu, noluyo lan diye kendinden geçtiğini hatırladık. Böylece Dayı'nın tedavisinin devam ettiğini, aslında ayağa kalkabildiğini ama iyileşebilmesi için kalkmaması gerektiğini vs vs öğrenmiş olduk.

Cengiz ile Yusuf Yusuf da hışımla dönerlerken Yusuf durdurdu arabayı, Cengiz'i dışarı attı, eşşek sudan gelinceye kadar dövdü. "Ezel'le ilgili ne varsa, yarın masamda olacak. Kenan'ın sakladıkları da dahil. Bundan sonra hayatın işime yaraman bağlı".

Ezel ve Tefo barda saldırı bekliyorlardı. Tefo yine de pek sevinçliydi, Ezel'in Bade'ye aşık olması onu çok mutlu etmişti. Bade eve giderken Ezel ondan Bade'yi takip etmesini istedi. Takip sonucunda Tefo kızın depo gibi acayip biryere girdiğini, içeri girmezden evvel de 2 adamla konuştuğunu gördü.

Şebo da eve gelmişti, ne yazık ki Temmuz onu apartmanın içinde kıstırdı, zorla eroin verdi Şebo'ya. "Ramiz'in evini bul"

Dayı'nın evinde Azad Ali'ye "nerede o cesur Ali" diye sordu, "babam yukarıda uyurken az kalsın beni öpecektin".  "gerekirse öperiz" dedi Ali abi ahahaahah o ne lan? Azad "geçti artık, ben vazgeçtim" deyip cıkcıkladı bi güzel:))


Ezel barda Eyşan'ı görünce şokla bok arasında gidip geldi. Eyşan ona Bloody Mary hazırlarken aşkını itiraf etti. "Biziz bu kanlı aşık, ödeştik artık, herşeyi unutup geldim,  herşeyi bıraktım sana geldim, sadece sana aşığım." Ezel "ben değilim" dedi, "ben başkasına aşığım" Sonra Bade'yi anlattı, öylesine biri olduğu için ona aşık olduğunu anlattı. Eyşan yıkılarak bardan kaçtı.


Yusuf Kenan'a gitti. "Ramiz heyeti ele geçirdi. Silah işini dağıttı. Herkes Ramiz döndü yapıyor. Niye indirmiyorsun bu herifleri? ne bekliyorsun?" diye şarladı. Kenan "aşık oldum" dedi. "geçen sefer aşık olduğunda ne olduğunu unuttun mu? Bazı adamlar isterlerse herşey olabilirler ama aşık olamazlar. Sen o adamlardan birisin." Kenan bıkkınlıkla "nasıl yardımcı olabilirim?" diye sordu. "Evet de, koparalım kafalarını tek seferde."

197?

Ramiz'in tutulduğu odaya Kenan girdi. Gözlük takmış, saçları arkaya taramış. O tatlı, içli çocuk, günümüzün canavarına dönüşmeye başlamış. "Bitti mi?" diye sordu ona Ramiz. "Bitti mi, yeter mi?" ."Ne bitmesi, daha yeni başlıyor" dedi Kenan Birkan.  "En az 20 yıl içerde kalacaksın, kulüpler, gazinolar, adamların, hepsi teker teker gidecek. Bu kadar da değil. Çocuklarının ölüm haberini okuyacaksın. Ama sen yaşayacaksın. Cezan bu! Beni yaşattığın gibi". Sadece bu da değildi Ramiz'in cezası. Hala camın arkasında yarı çıplak ağlayan Selma'yı gösterdi Kenan. "Bir daha önün yüzüne bile bakmayacaksın, gözgöze gelmeyeceksin. Yoksa ne olacağını biliyorsun".

2011
Yusuf "evet de" diye ısrar etti. "eskisi gibi, evet de!" Kenan Birkan "evet" dedi.



Bade Ezel'in evine kahvaltıya gelmişti. Tefo onun anahtarını kopyaladı, sonra Ezel'e rapor verdi. "Dün gece yurda gitmedi, gittiği yer bizim işkencehaneye benziyordu" AHAHAHAHAH Ezel de "Bade işkenceci mi?" diye sordu. Ne yapacaklarını bilemediler, kız mutfağa gitmişti, cebinden telefonunu alıp son numaraları aramaya başladılar, AHAHAHAH çok komikti , karadeniz pidecisi filan çıktı, Tefo "ağdacı çıkacak" diye dalga geçerken , karşı taraftan Cengiz'in "yine mi sen?" dediğini duydular.

Yusuf Eğir Cengiz'e "casusunun yaşamasını istiyorsan haber ver, Vurkaç'a baskın yapılacak" dedi. Sonra da Ömer'in evine gideceklerini söyledi. Böylece Yusuf yazlığına giderken herkes temizlenmiş olacaktı.

Eyşan eve gidip çanta hazırladı kendine, biri gazete okuyordu koltukta, onu Cengiz sanan Eyşan "hiç konuşma Cengiz" diye terslendi, "asıl aşkıma gidiyorum" . Kafasını bi kaldırdı, Yusuf Eğir! Eyşan "oğluma gidiyorum" diye çıktı. Yusuf bodruma indi, meğersem Cengiz'in elini ayağını bağlamışlar, ağzını bantlamışlar. Yusuf ona, Eyşan'ın oğluna gittiğini, Mümtaz'ın evi havaya uçunca anneyle oğulun da beraber öleceklerini anlattı. Cengiz fıttırdı.


Barda Şebnem endişeden delirecekti, Tefo'ya söylesin mi? Söylemesin mi? Bade kaçtı fırsattan istifade.

Ezel Bade'nin mekanına gitti, hangar gibi bi yer, heryerde heykeller var. Bade gelince yüzleştiler.

Barda Şebo, Tefo'ya baskını haber verdi ve hainliği ortaya çıkmış oldu. Tefo dışarı çıktı, vuruşmaya başladı. Bu arada Cengiz de eli kolu bağlı arabayla ormana götürülüyordu.

Mümtaz amcaların evinde Eğir'in adamları şofbeni tamir etmişlerdi. Eyşan da orada idi, su soğuk akınca şofbeni açmaya gittiler, Eyşan düğmeyi çevirdi çevirdi, bişey olmadı.


Atölyede ise, Bade açıklıyordu Ezel'e durumu. Meğersem bu kız Güzel sanatlarda okuyor ya, burası atölyesiymiş, bikaç arkadaşıyla tutmuş, o adamlar da hurdacıymış, kızlara gözkulak da oluyormuşlar hem. Ezel'in gözü dönmüştü, herşeyi oyun sanıyordu, telefonundan düşmanını radığını söyleyince Bade montunu Şebo'ya verdiğini anımsadı. Böylece Ezel herşeyi anladı. Sonra birbirlerine aşklarını açıkladılar.

Yusuf Eğir Ezel'i aradı. "Vurkaç'ta olay oldu. Cengiz Belgrad ormanlarında intihar etti. Senin pederin evinde gaz kaçağı oldu. Anan, orospun, piçin havaya uçtu. Dayı'ya söyle, ben elimi uzattığımda elimi sıkmak gerek" dedi. Ezel "gerek yok , çatışmadan sağ çıkarsan kendin söylersin" dedi ve o anda Yusuf'un aracının önünde Dayı ve ekibi belirdi. Ali mermi manyağı yaptı Yusuf'un ekibini. Dayı ise minibüsten izliyordu. Ali Yusuf'a son kurşunu yollayınca Dayı" intikam gerçekten çok güzel şeymiş" dedi.Ve böylece Yusuf Eğir ölmüştü işte dostlar. Ama hani Dayı'nın son bi lafı vardı, o ne oldu, orasını atladılar mı anlamadım???.

MEĞERSEMMMM, Cengiz o arabadan kurtulmuş, Temmuz gelip kurtarmış onu (nedenini, niçinini sormayın, haftaya yeni bölümü izleyin) . Cengiz de hemen Ezel'i arayıp Yusuf'un yapacaklarını anlatmış. Böylece Cengiz Yusuf'tan intikam almış olmuş. Onun oyununu 2 dakika sonra dönüp ona oynamış. Allahhhhh muhteşem bir sahneydi dostlar. Sonra Cengiz çukur kazıp cesetleri gömmeye başladı.



Herşey bittikten sonra, barda Tefo Şebnem'e "onlar gelmeden git" dedi.

Dayı'nın evinde Azad'la Ali konuşup anlaşıp aşklarını yaşamaya karar verdiler. Dayı ile Selma ayakta sırt sırta verip onları izlerken kendi aşklarını da tekrar yaşamış oldular.

197?
Ramiz artık hapiste, karısı onu ziyarete gelmiş, Ramiz aşkını anlatıyor, ama meğersem arka masada sırtı ona dönük Selma oturmakta, Ramiz onunla konuşmakta imiş, yüzüne bakması yasak ya, sırt sırta vermişler, ikisi de karşısındaki insanla konuşuyor gibi yapıyor ama sözleri birbirineymiş aslında. Masanın altında el ele tutuştular sonra. Peki sorarım size dostlar: Ramiz'in karısının suçu ne? 


Bölümün en sonunda ise Ezel Bade'yi eve getirip kör anası, deli babası ve çok bilmiş oğluyla tanıştırdı. Ve bu esnada bakkaldan mı neyse artık eve dönen Eyşan onları gördü. Acaba Eyşan neye karar vermişti?


xo xo


26 Ocak 2011 Çarşamba

-6 Dereceye Gidip Geldim

Bizim Fransız müşterinin fabrikaya gidesi, malları kontrol edesi gelmiş. Normalde çok yüksek adetli mal yaptırdıkları için kontrolü bize bırakmış durumdalar. Öyle gelip rasgele koli açalım, kontrol yapalım filan yoktur yani. Neyse şimdi Stan'i yollamışlar. Bu çocuk 2 metero boyunda sarışın ve de bizim fabrikadaki kara kuru garibim müdürün dediği gibi manken gibi olsa da, şımarık ve sersem buluyorum ben kendisini. Bir de tırnakları dibine kadar yenmiş , ÖĞĞKKK hatırlayınca bile şu an midem bulandı, kenarları yara bere içinde, siğili de var, böyle bir çocuk işte. O berbat elleri ve şımarıklığı yüzünden hiç sevmem kendisini.

Zaten uğursuz bi oğlan olduğu dünkü havada Keşan'a gitmek istemesinden belli oldu. İstanbul ılıman iklim, yağmurlu idi, çıktık yola. Şöförümüz Halis Abi eskiden kamyoncuymuş, fırsat buldu mu 170'ten aşağı inmiyor, basıyor basıyor!! Çocuk arkada büzüldü, ödü patladı, baktı emniyet kemeri var ama takacak yer yok arkada...  içinden artık Ave Maria filam okuyormuştur herhalde ne bileyim:))))

Neyse salavat getire getire gittik, Tekirdağ'da kar başladı. Malkara'ya geldik ki, yerler kar buz, yollar berbat, etraf bomboş ve bu boşluk gözalabildiğine bembeyaz.


Yol buzlandıkça Halis abi daha çok bastı, çünkü onun felsefesine göre buzda fren yaparsan kayarsın; basarsan gidersin! O bastıkça çocuk arkada daha çok büzüldü. Çocuk büzüldükçe ben daha çok keyiflendim, bas abi bas, dedim. Korksun zezevenk. Uğursuz! Böylece fabrikaya bir geldik ki, diz boyu kar olmuş her taraf!


Neyse işte fabrika kocaman ve sıcacıktı, patronumun emekli av köpeği Korsan, geldi hemen kafasını kucağıma dayadı, onunla oynaştım biraz. Sonra bizim deveye fabrikayı gezdirdik, kafasını kapıya çarptı ahahahaah. Fabrikayı gezdikten sonra malları ölçtü biçti, bazı kritikler verdi. Sonra yemeğe çıktık, önüne ne konduysa yedi, hatta fabrika müdürünün köftesini, benim pilavımı bile yedi:)))

Yemekten sonra akşama kadar ölçü kontrolüne devam ettik, gözüm saatte, bir an önce geri dönmek istiyorum, ulan yolda kalacağız! Neyse İstanbul'daki öbür patron aradı, "çıkın hemen" dedi de oğlan panik oldu, hemen toplanıp doluştuk arabaya.

Artık yol iyice kötülemişti, bütün tırlar yolda kalmış, bir sürü araba sersefil olmuş, kimileri zincir takmaya çalışıyor. Biz bu sefer 70-90 arası bir hızla tıngır mıngır döndük. Marmara Ereğlisi'ne kadar yollar karlı buzlu idi. Beylikdüzü'nde de kar yağmaya başlamıştı.

Keşan'dan yola çıktığımızda -6 dereceydi, İstanbul'a girdiğimizde 4 dereceydi hava. 3 saatte iklim ne kadar değişiyor, şaşırmamak elde değil. Ama asıl şaşkınlığı Stan yaşadı, meğersem o Türkiye'de hiç kar yağmaz sanıyormuş. Salak! İnternetten bakmış İstanbul 15 derece görmüş, kadife gudik bi ceketle gelmişti, bütün gün titredi durdu.

O karanlık Keşan yollarından sonra İstanbul'a bir girdik, her yer şıkır şıkır, bütün binalar aydınlık, belki rüküş ama olsun pırıltılı ışıklar aydınlatıyordu her yeri. Oh be dünya varmış dedim.

Hasılı akşamın dokuz buçuğunda eve gelebildim. Allah yolda kalanlara acısın. Durumları pek fena.

xo xo

24 Ocak 2011 Pazartesi

UĞUR MUMCU

Uğur Mumcu 24 Ocak 1993'de katledildi. Katilleri hala ortaya çıkartılmadı. O katiller ki, hapse konsalar herhalde birkaç sene içinde salıverilirler, 18 yılda Türkiye'nin geldiği nokta da bu.

O güzel, aydınlık, vatansever insana uğurlar olsun!

“Ne oluyor, ne oluyor? Kim yönetiyor bu devleti?
Hey, duyuyor musunuz beni? Yetkililer heeey. heey, duyuyor musunuz?”  diyen kalpaksız kuvayı milliyeciye uğurlar olsun.

Biz duyabiliyoruz ve dinlemeye devam ediyoruz!




Cumhuriyet yazarı Mustafa Balbay'ın hapishaneden gönderdiği Uğur Mumcu mektubu :

"Yıllar geçtikçe Uğur Mumcu'nun niçin katledildiği daha berraklaşıyor, daha netleşiyor. 2011 yılından 1993'e baktığımızda şunları görüyoruz: Uğur Mumcu, Türkiye'nin Ankara'dan yönetilmemesi için öldürüldü. Bugün, Türkiye'nin uluslararası alanda attığı pek çok adımdan, verdiği pek çok sözden en son Ankara'daki Türkiye Cumhuriyeti devleti kurumlarının haberi oluyor. Uğur Mumcu, yönü uygarlığa, çağdaşlığa değil Ortadoğu bataklığına dönük bir Türkiye'nin oluşması için öldürüldü. Bugün, bakmayın sahte AB söylemlerine; hükümet, Lübnan'daki hükümetin devrilmesine ülke sorunlarından daha çok üzülüyor.

Uğur Mumcu, Türkiye'nin tüm temel değerlerinin, Cumhuriyet'in tüm kazanımlarının yıpratılması, tüketilmesi için öldürüldü. Bugün, gün geçmiyor ki Atatürk Türkiyesi'nin temel taşlarından biri `tarifini yeniden yapalım' adı altında saldırıya uğramasın. Uğur Mumcu, toplumun yolsuzluklara alışması, olağan karşılaması, yolsuzluk haberlerinin `haber değeri taşımaması' için öldürüldü. Bugün, yolsuzluk iddialarının üzerine gidilmiyor, yolsuzluk haberi yapanların üzerine gidiliyor.

Özetle Uğur Mumcu Türkiye'nin dönüştürülmesi için öldürüldü. 1990'lı yıllardaki kıyımların, Prof. Aksoy, Doç. Üçok, Turan Dursun, Çetin Emeç, A. Taner Kışlalı cinayetlerinin arkasında bu gerçek yatmaktadır. 2000'lerde de saldırı aracı olarak hukuk seçilmiştir. Katledilmeseydi Uğur Mumcu da Ahmet Taner Kışlalı da aynı saldırıya uğrayacaktı. Bugün güç sahipleri amaçlarına ulaşmış olduklarını düşünebilirler. Ancak başaramayacaklar. Anadolu'yu tanımıyorlar. Bu topraklar esareti kusar. Bu topraklar kendinden olmayanı iyi bilir. Emperyalizm hedeflerini hiçbir zaman değiştirmez. Sadece zamana göre araçlarını değiştirir. Geçen yüzyılın başını iyi okursak bu yüzyılın başını da iyi anlarız.

Uğur Mumcu'lar bunun ayırdına en iyi varmış, yüreği Anadolu'yla atan yurtsever aydınlardı. Onun için öldürüldüler. Bunu topluma daha çok anlattığımız gün Uğur Mumcu'nun köklerinden ormanlar fışkıracak. Bu yolda yürüyenlere selam olsun. Bu bilince erenlere Silivri Kalesi'nden yürek dolusu selam, sevgi, hasret. Silivri Kalesi sürgünleri burada geleceğe sürgün veriyor. Bu sürgünler size uzanan kollardır. Mutlaka bir gün buluşacağız. O gün, Uğur Mumcu'lar Ahmet Taner Kışlalı'lar yanıbaşımızda olacak. O gün, bir kere daha kahrolacak Mumcu'yu katleden irade `yanlış yaptık, öldürmekle ölmüyorlar' diyecekler. O güne hazırlanın dostlar."

23 Ocak 2011 Pazar

Bademcikler 2 oda 1 salon ıhh ıhhhh

Amannn ölüyorumm ıııhhhhh

Cumartesi sabah bademciklerim şişmiş, sesim bir tuhaftı. Zaten akşamdan kalmayım, o berbat halimle diyetisyene gittim. Gece içtiğim 1 şişe şarap 1 kilo fazla olarak tartıda çıktı yemin ederim. Perihan çok kızdı, meğersem alkol çok şişirirmiş, bi de antibiyotikler. "Ben sizinle ne yapacağımmmm, benim sözümü dinlemeyecekseniz neden bana geliyorsunuzzzzz" diye inlerken ben de salağa yattım, "işte Sinem'in tirbuşonu yokmuştu, mantarı içine ittik, sonra napalım, yazık olmasın diye içivermiştim" diye anlatıyorum, kadın iyi yine "götünüze soksaydınız" demedi, "şaraba acıyor, kendine acımıyorrrr" diye sinirlenmekle yetindi. Bana da şok diyet verdi çünkü 67-68 iloda kalmıştım haftalardır. Ben de Taksim'e gelip Lady Charlotte ile buluştum.


İstiklal caddesinde tanık olduğum en coşkulu, en kalabalık yürüyüş vardı sevgili seyirciler. Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş taraftarları biraraya gelmişler, "Akepe'yi istemiyoruz, Tayyip şaşırma sabrımızı taşırma, re re re, ra ra ra Tayyip Erdoğan İstifa" sloganları ile yürüyüş yapıyorlardı, muhteşemdi tek kelimeyle.

Ben de slogan ata ata Midpoint'e gelip Lady Charlotte ile buluştum:)) Pencere kenarındaki masada yemek yerken Hürrem Sultanı gördük, kıpkızıl saçlarıyla İstiklal'de yürüyordu hızlı hızlı, valla çok güzel, oldukça gözalıcı, pek tatlı bir kadın,

Yemekten sonra Terkos pasajını, Bershka'yı gezip şöööyle bir Galata'ya uzandık. Kulenin yanından dar yollara girip oralara saklanmış otantik mağazaları gezdik, herşey o denli otantikti ki, biraz içim kalktı ama minik Japon teyzelerin keyifle alışveriş yaptıklarını görünce sesimi kestim:)))


Gülerek indiğimiz yolları inleyerek çıkıp kendimizi her zaman tercih ettiğimiz Tünel'deki Gloria Jeans'e attık, kahvelerimizi içip dinlendik. Dışarı çıktığımızda ise maalesef yine yağmura yakalanmış idik, biraz daha gezmekten vazgeçip evlere dağıldık.

Ayy aman eve gelince ben bi fena oldum, heryerim  ağrıdı, sedergine içip ter boşalttım, gece 2'de uyuyabildim. Pazar sabahı korkunç bir karın ağrısıyla uyanıp tuvalete zor yetitim resmen. Bu ne ya, diyetisyen ayarımı bozdu benim, ya kabız ya cırcır oluyorum hıh:((

Neyse sonra bi tane antibiyotik buldum evde, onu içtim de boğazımın şişi indi, akşama kadar limonlu yeşil çaylar içip terleyince, şimdi epey açıldım sanırım. 

Bugün Shantaram okuyacaktım ama canım oyun oynamak istedi. Biblio'nun tavsiyelerinden Return to Ravenhearst isimli gizli obje macerasını oynadım, çok zevkli idi.

Artık Behzat'ı izleyip haftasonunu zevkli bir şekilde bitirme zamanı geldi.

xo xo

22 Ocak 2011 Cumartesi

Allaaaahhhh 1 şişe Turasanı içtim de geldim

 Minik Seval "Aslı sen şarhoş olmadın mı hala?" diye sorup durdu ahahahaha. Çünkü en çok istediği şey (yüzük takmaktan sonra -ki onu gerçekleştirdi- benim sarhoş olup masaların üzerinde dansettiğimi görmek:)))  Lady  Charlotte "o sarhoş olmaz, daha tekila içmesi lazım" gibilerden bir cevap verdi ona. Canım Charlotte, o benim herşeyimi bilir.

Başka bir şarap içmiş olsam ya başım ağrıdan çatlıyor ya da kusuyor olurdum şu an; tam 1 şişe (4 kadehçik sadece) buz gibi  Turasan 2008 Öküzgözü Boğazkere içtim. Sadece enfes bir tat, hafif bir baş dönmsi, tatlı bir keyiflilik hali. Ne güzel şarapsın sen Turasan, çok seviyorum seni ya! Nilüfer'den "Son Arzum" şarkısına en çok yakışan şarap sensin.


İşte Profilo'da buluşup Tansaş'tan yiyecek içecek alıp;  Sino'ya gittik, çorba içip salata yedik. Ayrıca bir Antakya spesyali de vardı, etli ekmek gibi enfes görünen birşey, ben yemedim ondan. Sonra Sino'nun yaptığı krem karamel ve de muhteşem görünen çikolatalı  kek vardı. Onlardan da yemedim, kimsenin aman yiyeyim diye ısrar etmemesi ayrı bir güzellikti, canım dostlarım benim.



Seval salatanın üzerine koyacağımız cevizleri kavurdu, Arzu havuçları rendeledi, Sino otları doğradı, Deniz üşenmeden kırmızı lahanaları tuzla ovdu. Biz Lady Charlotte ile onları izleyip takdir ettik ahahahah:))) Sinem herşeyi evvelden hazır etmiş zaten, bize yapacak bir iş kalmamış, keyif keyife yedik içtik. Sonra Arzu inanılmaz çaysamış, hemen çay demlendi, bense şarap içecektim ama Sino'nun tirbuşonu yokmuş meğersem, amaannnn ne yapacağızzz diye inlerken Arzu hemen "mantarı içeri iteceğiz" dedi ve Sino'nun yumurta çırpıcısı ile itti mantarı şişenin içinme pıt diye, ben de oturup içtim 1 şişe Turasan Ökzgözü Boğazkere kupajını. Zerre başağrısı yapmayan enfes bir şarap, bayılıyorum.


Sonra işte şarap  bitti, çay bitti; benim sesim gitti, boğuk boğuk konuşmaya başladım. Eski fotoğraflara baktık. Çok anımız var beraber. Ne bileyim, 4 - 5 yıl önce çekilmiş bir fotoğrafta biz yine beraberiz ve yemek yiyoruz:))). Benim gözlüklerim var filan:))) Konuştuk konuştuk,  evet zor yıllardı, ama o zamanlar biz hep beraberdik, o yüzden en kötü zamanlar aynı zamanda en güzel zamanlardı.

Artık yatmam lazım.

xo xo

21 Ocak 2011 Cuma

Baharı bekleyen kumrular gibi

biz de para zarflarımızı bekliyoruz, verseler de kaçıp gitsek diye sabırsızlanıyoruz ama vermiyorlar. Zaten eve gidene kadar hepsi gerçek sahiplerine dağıtılacak, biraz erken verselerdi cebimiz ısınırdı ne güzel:))

Bu hafta pek stresli, üzüntülü geçti, o yüzden hiç yazamadım. Birazdan çıkıp Profilo'ya gideceğim,  kızlarla buluşup Sinem'e gideceğiz heyyooo, herkes şarabını ve de ilaçlı gazozunu alacak; yiyip içip bol bol muhabbet edeceğiz, yatıp yuvarlanacağız. Sino menüyü hazırlamış ama ben sadece salata yiyip çorba içebilirim. Meyve de yemedim bugün, böylece şarap içebileceğim. Şarabın yanında da leblebi hakkım vardı. Böylece idare etmeye çalışacağım.

Haftaya da bana fabrika yolları göründü, müşteri imalatı kontrol etmeye geliyor. Üveyik kuşunun İngilizcesini öğrenmeliyim dostlar. Yoksa bizim patron av maceralarını anlatırken tercüme edemem:))

Yarın Lady Charlotte ile diyetisyen kontrolümüz var, offf fazla hareket etmiyorum, kilolar gitmiyor gitmiyor. Son listemi de sevmedim, kaç aydır diyet yapıyorum, çok yoruldum artık. Ama güzel kıyafetler ve çizmeler uğruna devam ediyorum.

Pazar günü de Shantaram'ı okumayı ümit ediyorum. Kitaba başladım, inanılmaz renkli bir dili var, kitabın kapağını açar açmaz kendimi Bombay sokaklarında buldum.

Hadi bakalım Cuma gecesi eğlencesine,

herkese iyi tatiller:)

19 Ocak 2011 Çarşamba

Ezel 2. Sezon 17. Bölüm : SAKLAMAK - GÖRMEK

Ne stresli bir hafta bu böyle. Bir işyerinde yapılmaması gereken herşeyi yaptım, patronun üstüne başına ağladım, başka biriyle kavga ettim, sesim yeri göğü inletti. Koleksiyonlarım yapılmadı cart curt. Ezel'den de tad alamadım haliyle, zaten artık "meğersem hepsi oyunmuşşş" mevzusu da sıktı, senaristler bizi heyecanlandıracak başka şeyler bulmalılar diye düşünüyorum.

Son bölümde yine 70'lerde yürüyen Ramiz ve Kenan'ın hikayesi çok dokunaklıydı. Sanırım yakındır artık, Karagözlüm Gazinosu'nda yaşanan o vurulma olaylarını görürüz bugün yarın. Aynı şekilde günümüzde ilerleyen hikayede de, sezon finalindeki oyun sahnesine yaklaştığımızı ümit ediyorum. Hadi artık!

Reytinglerde de oldukça gerilemiş bu hafta Ezel. Normaldir. Abuk subuk mantıksız hikayelerle bizi aptal yerine koyarsan olacağı bu idi, oh olsun. Ekşi'de yazdığı gibi : dizi sıçtı, bokuyla oynuyor AHAAHAHAH




EZEL 50. BÖLÜM SPOILER

SAKLAMAK - GÖRMEK





Bu bölümün başında Ali ilen Tefo, Serdar'ın cesedini götürüp uzak bi yere attılar.

Cengiz ile Yusuf Eğir, ihtiyar dayılar heyetinin başı (bizim godfather'larımız onlar) Necip ile toplantı yaptılar. Dayı'nın adamı olarak Ali ile çalışmaya ikna ettiler. Böylece Ali ile Ezel'i birbirlerine düşüreceklerdi.


Bade ile Ezel cikcikleştiler. Ezel nedense ergen gibi davranmaya başlıyor güzelim Bade'yi görünce.

1975
Ramiz'in Selma'yı sevdiğini öğrenen Kenan ağladı zırladı, ortalığı dağıttı. Ramiz'le Selma gelince onlara bişey demedi, "ben sıkıldım, yoruldum, gidiyorum, bırakıyorum" dedi. Abisi Selim'i çağırmış gelip alsın diye. Ramiz Selim'in karşısına geçti. "nereye götürürsen götür, çocuk artık benim de kardeşim". Sonra giderken arabada ağladı yine Kenoş "ben ona abi didimmm abi didimmm".

2011
Ali ile Ezel, dayılar heyetinin başı Necip amcaya geldiler. Cengiz ortalıktan kaybolan Eyşan'ı bulamıyordu, paniklemişti. Temmuz'u aradı "Kenan'a gözkulak olsan, Eyşan'ı bulsan" diye yalvardı. Yusuf Eğir yanına geldi Cengo'nun. Cengiz ona "Ezel ile Ali'yi bozacak tek şey var, Ali Ezel'in işlerine karışırsa o gemi batar" dedi, Yusuf onların arkadaş olduğunu söyleyince "en iyi arkadaştan en büyük düşman çıkar" diye yapıştırdı.

Necip'in ofisinde Ali, Dayı, Ezel görüşüyorlardı. Ezel Necip'le tersleşti. Ali iste anlaştı Necip'le. Yusuf'la iş yapmak gerektiğini söyledi. Dayı da Ali'nin tarafını tuttu. Ezel delirdi, çıktı gitti. Dayı Ali'yi onun peşinden yolladı, tartıştılar. "Herşey senin intikamın değil".

Bara döndüklerinde Ali abi, Tefo ile dertleşti. Bilge canımız Tefocuk "onlar baba oğul gibidir, aralarına girilmez. Yem diye seni attıysa önüne Ezel seni yemez, tükürür" dedi. Bu esnada içeri Kenan'ın kıvırcık sol ta**ağı kaya bey girdi, Azad'a bir mektup getirmiş. "Size değil, annenize."


Ezel, Badecik ile alışverişe çıktı, böyle market sepeti filan doldurdu bildiğin. Ali ile Azad eve gittiler. Azad mektubu Selma'ya verdi. Selma kalkıp gidince şoke oldu tabii. Dayı güldü, "Kenan annene hiçbir şey yapmaz kızım." O zaman annesinin gitmesine müsade etmemesini istedi Azad babasından. Dayı "Senin annen Selma Hünel kızım" dedi, "Selma Hünel hiçbir kabadayıya pabuç bırakmaz, ne istiyorsa onu yapar".

1976
Kenan abisinin ofisinde içip içip Selo'nun resmine bakıyordu. Keşke duvara eşşek kadar bi Selma fotosu çaksalarmış, Kenan da ropdöşambırıylan resmin karşısında viski içip sonra kadehini resme doğru fırlatsaymış. AHAHAHAHAH . Onun yerine Kenan gidip bi çaycıda Selma ile buluştu. Selma dertliydi, Ramiz silah işine giriyordu, onun aslında Ramiz için geldiğini anlayan Kenan çıkıp gitti.



2011
Dayı Ezel'e "Ali'yle bu işi yapacağız" dedi. Eğir'le ortaklaşa silah işine girmek istiyordu. Ezel de Ali'ye Dayı'nın öyküsünün iki versiyonunu anlattı. Dayı iyi adam ve Dayı tekrar güç kazanmak için gençleri kullanan kötü adam. O zaman Dayı ona "bu dediklerini hatırla, ben hatırlayacağım yeğen" dedi. "Ali gidecek, Eğir'le işi bitirecek". Ali Ezel'in de onunla gitmesini istedi. "Bu sefer de sen benim yanımda ol" dedi. "Yardımcın olayım diye mi?". "Arkadaşım ol diye".

Selma ile Kenan, Karagözlüm Gazinosu'nda karşı karşıya geldiler. O günü, Selim'in öldürüldüğü, Kenan'ın vurulduğu o günü konuştular. O zaman Kenan Selma'dan kendisini seçmesini, aşık olmasını ama doğruyu söylemesini istemiş. Selma da ona yalan söylemiş, "seni seçtim bile" demiş. Kenan vurulduğu gün, Ramiz'in tepesinde dikildiğini anımsadı. Selma'ya "ona ne dedin kulağına?" diye sordu. "Değmez" dedi, "Değmez öldürme"

Kenan Selma'ya yıllar sonra dürüst davrandığı için teşekkür edip giderken, Selma "uğruna şimdi beni terkettiğin kadın kim?" diye sordu. "Dünya güzeli bir kadın, ama o da zehirli senin gibi, mahvedecek beni." "Aşık mı  o da sana?" diye şefkatle sordu Selma. "Tabii ki hayır" dedi Kenan. Evet Kenan Birkan nihayet yeni bir aşk bulmuştu kendine. Aman Allayim Eyşan!

1976
Ramiz, yükselmesini sağlayan efsanevi silah işini düşmanı Sansar ile ortak olarak almıştı. Planı ise yükleme anında Sansar'ı espiyonlayıp işi tek başına ele geçirmek idi. Ama başarısını kutlayacak bi arkadaşı olmadığını görünce Selma'yı tuttu kolundan Kenan'a götürdü. 


2011
Ali ile Ezel; Yusuf ve Cengiz'le ihale için toplantıya gittiler Necip'in ofisine. Ezel "bizim tarafımızda toplantıyı Ali bey yönetecek dedi". Cengiz çok fenalardaydı, Ezel'e Eyşan'ın kayıp olduğunu anlattı. Ezel "adaletin kolayı yok" dedi ona. Lan kaç bölüm önce Kenan'ın malikanesinde bağırıyordun Eyşan'a "seni almak için geri gelecem" diye, ne oldu o feryatlar. Ne saçmalıyor bu dizi ya???



Ali, Yusuf ile anlaştı, kadehler kalktı. Ezel isyan etti, "bunlarla iş yapılmaz, para için arkadaşlarını satarlar, onlara benzersin sonra" dedi, Ali ile tartıştılar.. Ali "ben kalıyorum" dedi. Ezel bastı gitti. berikiler pis pis güldüler. İşte bence burada Ali gerçekten ihanet etmiş olsa daha etkileyici olmaz mıydı? Belli ki, Dayı'nın geçmişteki oyununu çevirip yükleme anında Yusuf'u ihbar edecekler.


Kenan Eyşan'ı bulmuştu, Eyşan küveti doldurmuş ekmek bıçağı ile bileklerini kesecekti salak kız. Kenan nihayet işlediği tüm cinayetleri itiraf etti. "Çok adam öldürdüm, emir verdim öldürüldüler. Ezel'in ölüm emrini verdim. Mert'in geleceğini bilmiyordum. Şebnem'i uyuşturucuya alıştırdım. Azad'ın peşine katilleri saldım.  Sekiz buraya Ramiz'i öldürmek için geldi, yapamadı, uyuşturup kendi ellerimle Ezel'e teslim ettim. Kaya'ya hepinizin ortak zayıf noktasını sordum, söyledi, yapın dedim. Ertesi gün gazetede resmini gördüm, çok güzel kızmış yazık oldu dedim.".

Tabii Eyşan fıttırdı, ekmek bıçağını Kenoş'a sapladı. Kenan ona aşık olduğunu söyledi, Eyşan'ı hayatta tutabilmek için herşeyi itiraf etmişti, belki bir gün Eyşan da onu severdi. "beni öldür, ben senin kardeşini öldürdüm".



1976
Ramiz Kenan'ın ofisine gidip gazinoya geri dönmesini rica etti. Kenan "1 şartım var, Selma'ya diyeceğim" dedi. Ramiz dışarı çıktı. Kenan Selma'ya "Ben seç, bana aşık ol, ama aşık değilsen yalan söyleme" diye yalvardı.

2011
Bara gelen Ezel Şebo'ya Cengiz'i arattı. Cengiz'le buluşan Şebnem ona Ezel'in beraber çalışma teklifini iletti. Cengiz, Yusuf Eğir'in yerine geçmek istiyordu; Ezel ise Eğir'i alaşağı etmek istiyordu. İkisi beraber bunu yapabilirlerdi. Ezel'i arayan Cengiz ondan bir teminat vermesini istedi. Ezel Ali'yi vermeyi teklif etti. Cengiz sebebini merak edince "işleri istediğim gibi yürütmemi engelliyor" dedi Ezel. Cengiz'in çok hoşuna gitti bu, bunların arasını açmayı başardığını düşündü.

Amaaa meğersem bu esnada Ezel , Badecik ve Ali beraber pizzalara gömülüyorlarmıştı. Herşeyler bir oyunmuştu. Hatta şirinlik muskası Ezel, Alicik sevinsin diye Azad'ı da çağırmıştı pizza yemeye. Liseli misiniz lan siz? geliyomuştu gidiyomuştu seviyomuştu, bıktık valla.

xo xo

17 Ocak 2011 Pazartesi

Nicole Kidman 2011 Golden Globes Red Carpet

İki gece önce koyu renkler içinde süzülen Nicole Kidman, Altın Küre ödüllerine krem rengi Prada kıyafeti ile bir kuğu edasıyla katıldı. Ancak ödülü hakiki "kuğu", Natalie Portman kazandı beklediğimiz gibi.

Nicole'ün saçları olmamış, bozulmuş gibi. Kıyafeti de beğenmedim, keşke canlı renkler seçse, mesela yıllar önce Oscar törenine giydiği arkası kocaman fiyonklu kırmızı kıyafeti unutmuş değiliz.






Beğendiniz mi Nicole'ü?

xo xo




16 Ocak 2011 Pazar

Nicole Kidman 2011 Critics' Choice Awards Red Carpet

Kış mevsimini renklendiren ödül törenleri ve kırmızı halı dedikoduları nihayet başladı. Yılın ilk kırmızı halı geçidinde Nicole Kidman koyu lacivert Nina Ricci tuvaletiyle süzüldü. Beğendik mi? Iıhh beğenmedik.







Yoksa siz beğendiniz mi? 

xo xo

15 Ocak 2011 Cumartesi

Aynada yansıması olmayan Dracula beyazperdeden nasıl yansımış peki?

Sizlere Dracula karakterine ilham veren tarihi kişilik kanlı Prens 3. Vlad'dan bahsetmiştim. Vlad, ölümünden yüzyıllarca sonra, Bram Stoker'ın yazdığı DRACULA isimli klasik romanla tekrar hatırlandı, hem de bu sefer unutulmamak üzere. Çünkü bu kitap vampirlerden bahseden ilk eser olmasa da, en meşhuru, adeta vampir külliyatının amentüsü olup gerçek bir kültür ikonu yaratmıştı : Kont Dracula. Hatta dostumuz en çok filme çekilen karakter olma rekorunu da elinde tutuyor. Çünkü sadece bildik filmler değil, animasyonlar, TV için çekilen filmler, diziler,  Kont hazretlerini ti'ye alan komik yapımlar derken Dracula sayısız kez canlandırılmış oluyor.


Bilinen ilk uyarlamalardan biri, 1922 yapımı siyah-beyaz ve korkutucu Nosferatu filmi. Bu filmi çekerken Bram Stoker'ın ailesinden telif hakları alınamadığı için karakterlerin adı değiştirilmiş, vampir olmuş sana Nosferatu. (Vampir aleminin en lanetli, en çirkin ve de veba tohumu saçan bireyleri bu Nosferatularmış). Kontumuzun adı da Orlok yapılıvermiş.  Hatta Stoker ailesi telif davasını kazanınca filmin kopyaları yakılmış, ancak korsan kopyaları sayesinde bugün bir klasik sayılan eser günümüze kadar ulaşabilmiş. isimleri değiştirilip kullanılan karakterler kitaptan alınsa da, filmin finalinin kitaptan bambaşka, farklı ve de çarpıcı olduğunu söylemek lazım.


1931 yılında ise Bela Lugosi'nin oynadığı ve popüler kültüre kesinlikle damgasını vuran Dracula filmi çekildi. Lugosi'nin tiplemesinin kitaptaki Kont ile hiç alakası olmadığı haldeki sonraki uzun yıllar boyunca Dracula'yı canlandıran tüm oyuncular benzer özellikleri taşıdılar. Bugün hala Dracula dendiğinde ilk akla gelen imaj Bela Lugosi olsa gerek.


Görüyorsunuz ya, briyantinli siyah saçlar, yarasavari siyah pelerin... Bela Lugosi ortaçağdan gelme bir prensden çok, Tuna nehri kıyısında çay içmeye giden bir Macar kibarına benziyor. Ama bu tipleme ile ikonik vampir görüntüsünü yaratmış Bela Lugosi.

40'lı yıllarda Universal film hakkını aldı diye bir yığın film yaptı, Drakula'nın Kızı, Drakula'nın Oğlu gibi suyunun suyu filmler birbirini takip ederken, 1953 yılında bizim topraklarımızdan bir film çıktı : Drakula İstanbul'da! Atıf Kaptan'ın son derece karizmatik bir Drakula olduğu film başarıyla yerelleştirilmiş bir uyarlama idi. Sinema efsanesine göre tarihte Dracula'yı iki sivri köpekdişi ile betimleyen ilk film bu imiş, biz yapmışız! Daha sonra çevrilen filmlerde de hep sivri köpek dişler kullanılmaya devam edilmiş.


Filmin efsanevi finalinde, Drakula'yı Kasımpaşa mezarlığına gömen kahramanımız Azmi, evine karısına döner ve karısından evdeki tüm samısakları defetmesini ister. Ama der karısı, ben onları yemekte kullanıyorum, imambayıldıyı da mı sarmısaksız mı pişireyim? Evet, kahramanlarımız artık imambayıldıyı sarmısaksız yiyeceklerdir!!!

1958 İngilizler biz bu işi daha güzel kıvırırz diyerek Christopher Lee 'nin uzun yıllar sürecek Dracula filmleri serisini başlattılar. Christopher Lee'ye günümüzde başka bir kontu, Sith Lordu Kont Douku'yu canlandırmak nasip oldu, ne şanslı adam, Kontluktan aşağısına gitmiyor.


Bu filmlerde dostumuz yine esmer briyantinli saçları ve yarasa pelerini ile görünüyordu. Amerika'da Horror Of Dracula ismiyle gösterilen film, karakterleri ve hikayesi ile kitaptan farklılıklar taşısa da, bugün en başarılı uyarlamalardan biri olarak kabul ediliyor.


Christopher Lee yıllar boyu tam 10 filmde lanetli kontu canlandırdı. Bunların en ilginci 1970 senesinde çekilen Count Dracula isimli filmdi. Filmin enteresanlığı, kitabın ruhuna uymak amacıyla Lee'nin tipini kaydırıp kitaptaki gibi uzun beyaz bıyıklar eklemesi idi.


1973 senesinde ise bu kez TV için çekilen Dracula uyarlaması dikkati çekti. Bu filme dostumuzu Jack Palance canlandırmıştı. Filmin kitapla farklılıklarından en önemlisi, Dracula'yı bir canavar değil, geçmişte kaybettiği aşkını arayan trajik bir karakter olarak yansıtması idi. Kontumuz, bir kere daha trajik aşık olarak perdeye dönebilmek için, 20 sene sonra Francis Ford Coppola'nın çekeceği filmi bekleyecekti.


1977'de İngilizler konuya tekrar el attılar. Unutulmaz mini dizilerin gedikli kanalı BBC, Dracula'yı 3 bölümlük bir mini dizi olarak çekti. Bu dizide kontu esmer ve karizmatik bir Fransız, Louis Jourdan oynadı.



Mutlu bir tesadüfle, bu dizinin DVD'si ülkemizde de yayınlanmış, işte bu da idefix linki. Dizi bazılarınca en iyi ve kitaba en bağlı  Dracula uyarlaması kabul ediliyor.

1979'a geldiğimizde, yıllardır Dracula'nın suyunun suyu filmler yapmakta olan Universal, yesyeni bir filmle asıl uyarlamaya geri döndü. Filmin yönetmeni John Badham, başrol oyuncusu ise Frank Langella idi. Koskoca Laurence Olivier'nin Van Helsing'i canlandırdığı filmin müziklerini de bizim üstad John Williams yapmış idi.


Bu filmin kahramanı oldukça erotik, basbayağı seksi ve kedi  gibi hareket edip kadife sesiyle baştan çıkaran "piç" bir Kont Dracula idi. Frank Langella'nın tiplemesi fanlar arasında oldukça meşhur oldu. Ancak hala siyah saçlı ve yarasa model pelerinli Dracula klişesin sıyrılamamış olduklarını görüyoruz.


Aynı dönemde çok meşhur bir film daha çekildi. Almanya'da Wernor Herzog, taa ilk filmi, Nosferatu'yu tekrar beyaz perdeye uyarladı. Filmde yaratığın adı bu sefer Dracula olarak kullanıldı. Dracula'yı ise tekinsizliğiyle efsanevi aktör Klaus Kinski canlandırdı. Güzel boynunu Kont'a sunan dilber ise bu sefer Isabelle Adjani idi.


Filmin bence en korkutucu anı, Kont'u kasabaya getiren taşan ve kasabaya veba taşıyan korkunç farelerin akınıydı. Çok yıllar önce izlediğim ve unutamadığım bir sahnedir.

Seksenler Dracula adına oldukça sakin geçtikten sonra nihayet 1992 yılında, üstad Francis Ford Coppola, Dracula romanını bir kere daha filme aktardı. Dracula'yı bu sefer kendine has çekiciliği ile Gary Oldman oynadı ve bence tarih yazmıştır bu rolüyle kendisi.


 Filmde açıkça, Dracula'nın aslında 3.Vlad Voyvoda Tepeş olduğu, önceki yazıda anlattığım efsaneden yola çıkarak; karısının kendini nehre atıp intihar etmesi yüzünden Tanrı'yı reddedip yaşayan ölüye dönüştüğü anlatılıyordu. Filmin gölge oyunu tadındaki açılış sahneleri enfestir. Coppola hikayeye kitapta olmayan oldukça önemli bir konu eklemiştir. Dracula kaybolan aşkının arkasından acı çeken, trajik bir canavardır. Yüzyıllar sonra ölü karısı Elisabetha'nın reenkarnasyonu Mina ile karşılaşır ve Londra'ya gider. Dracula, yavaş yavaş geçmişini anımsayan Mina 'ya "seni bulmak için zamanın okyanuslarını aştım" derken, aşkını hatırlayıp lanetli yaşamında ona eşlik etmeyen Mina'ya yaşayan ölümü verirken hep acı çekmektedir. Onu vampire çeviremeyecek kadar aşıktır prensesine.


Ve bütün film boyu, kitaba uygun olarak Dracula gençleşir, Lucy'i baştan çıkartır, Anthony Hopkins'in canlandırdığı Van Helsing'den kaçar, Mina'ya kavuşmaya çalışırken; orta Avrupalı sanatçı Wojciech Kilar'ın eşsiz film müziği hikayeyi belki tek başına anlatır bize, filmin baştan çıkarıcı stili; vurucu müziği ile birleşir. Ve bize -bence- gelmiş geçmiş en yakıcı aşk hikayelerinden biri ile en mükemmel Dracula filmini izlettirirler.


Son 10 yıla geldiğimizde ise, ilk olarak Wes Craven'in Dracula 2000 filmi ile karşılaşıyoruz. Film kitabın uyarlaması değil de, Dracula ile ezeli düşmanı Van Helsing arasında geçen bir macera. Dracula'yı bu filmde tonton suratlı Gerard Butler canlandırdı. Abraham Van Helsing rolünde ise yine veteran aktörlerden Christopher Plummer oynuyordu.


2004 senesinde yine kitap uyarlaması olmayıp Dracula karakterini kullanan meşhur Van Helsing filmi çekildi. Filme ismini veren tekinsiz kahramanı bu sefer Hugh Jackman oynarken, Avustralyalı aktör (Moulin Rouge'da şeytani The Duke karakterini canlandıran) Richard Roxburg enteresan bir Drakula karakteri yaratmıştı. Kendi adıma bu filmdeki Dracula'yı oldukça karizmatik ve etkileyici bulduğumu söylemeliyim, herifin paçalarından karizma akıyordu yeminle. Ayrıca kendisinin en seksi ve ateşli gelinlere sahip olan şanslı Kont Dracula olduğunu da söyleyebiliriz.


Vampir efsanesi neden bu kadar çekici, yaşayan ölümle lanetlenmiş bu canavarlar neden bizim için bu denli karizmatik ve hipnotize ediciler? Neden Gary Oldman Dracula'sını görünce "gel beni ısır" diyesimiz geliyor?



Dracula gerçekte kim? Ortaçağda yaşamış yüzbinleri acımadan katletmiş bir prens mi? Lanetli ruhu huzura kavuşmadıkça yeni kurbanlar aramaya devam eden bir ölümsüz mü? Yoksa yüzyıllar boyunca hiç vazgeçmeden kayıp aşkının peşinden kovalayan trajik bir sevgili mi?

Dracula gerçekten varolsaydı kaç insanın canını alırdı? Binlerce mi? Oysa, Dracula karakterinin ilham kaynağı olan Prens 3. Vlad, bir günde onbinlerce adamı, kadını ve çocuğu canlı canlı kazığa geçiren acımasız bir tirandı. Belki bu yüzden Dracula bana o kadar korkutucu gelmiyor. İnsanın içindeki zalimlik, hayali canavarların kötülüklerinden çok daha ürkütücü bence. En feci ve acımasız canavarlar yine biziz aslında. Vampir değil, İnsan.

xo xo