31 Ağustos 2007 Cuma

bir bloggerın geri dönüşü...

kirli camda kara sinek ölüsü,
kendi bedenimde bir canlı ceset ben.
masanın üstünde yine otuz yıllık dağınıklık,
bir başka dünyadan gelmiş kara bavulum,
yerde öylece caresiz yatmakta….
çamaşırlıkta asılı havluda sac boyası lekesi
ah nerde şu gönlümün neşesi?
Gözüme çarpan parlak boş su şişeleri
Kapalı kapların ardındaki
Yalnız duvarlarda,
Sokak lambasının gölge resimleri…
Sessizliğin uğultusu kulağımda…
Dışarıdaki hayat kendisini hatırlatıyor
Camdan görünen ağaçlarda gezinen rüzgarlarla
Böylece düşsem karanlığa….
Düşsem gönlümün kuşluk vaktinde...
Ait olmadığım bir dünyada,
Tutunmaya çalışırken hayata
Çok mu bıraktım kendimi acaba,
Bu zavallı yalan inanışlara……
Amaçsızlıklar mı getirdi hayallerim bana?
Ve sonunda en sonunda…
Mutlumuyum acaba?

Nike çanta

Bugün işten erken saldılar bizi, ben de metroya binip 10 dakika'd taksim'e gittim; siteden atmış olduğumuz özger arkadaşımızla buluştum. Kendisine bir haller olmuş, sevgilisinin ailesi ile tanıştığından beri, kayınvalidem, eltim diye konuşuyor, 2 kere "eltim" dedi sayın seyirciler, çok tuhaftı doğrusu.

Özger'in yine şaftı kaymış, biliyorsunuz kendisi yıllardır o kurs senin bu kurs benim dolaşır durur, füze uçuracak mübarek!!! Peki ne oldu? Gidip 5 sap boncuk, 2 tane de pense almış, takı tasarımına başlayacakmış, hey gidim hey!

Özger'le Cafe İst'de oturup inecik kıtır hamurlu İst pizzadan yedik, çok beğendim. İst'in dondurmasını da severim ama bugün yemedim. Yemekten sonra ise Grand Rue de Pera'da bir tur attık. İşte bu turumuz sırasında Nike'ye girip asansörle en üst kattaki çanta bölümüne çıktık. Ve işte orada; ömrümde gördüğüm en mükemmel siyah çanta ile karşılaştım sayın seyirciler. Deri. Siyah ve çok şık, tam spor-şık kategorisinde, ama ağır bir model değil, tek kelime ile şahane bir tasarım. 250 YTL. Böyle ağlaya ağlaya çıktık tükkandan , ne yapalım.

işte o çanta :


Ondan sonra da gördüğümüz hiçbir şeyi beğenmedik.

Sonra kitapçı kitapçı gezerek minik mavi seyyahat kitapları serisinin London versiyonunu aradım ama bulamadım, onun yerine Mine Kırıkkanat'ın İspanya yazılarından oluşan PANDİSPANYA isimli kitabını aldım. Hava kararıp Özger'den ayrıldıktan sonra da Beşiktaş'a inip Alkım'a bir bakayım dedim ve tabii kitabım orada beni bekliyordu. Oradan üşenmeyip Akmerkez'e çıktım yine otobüsle, çünkü şirkette demlediğim kahvem bitmişti, Sıtarbaks'dan Etiyopya kahvesi çektirdim, o kadar mükemmeldi ki kokusu, zevkten başım döndü. Eve gelip hemen bir demlik kahve hazırlayıp içtim ve o sebepten şu saatte bu satırları yazmaktayım sayın seyirciler.
Ya da belki de uyuyorum ve rüya görüyorum ve bu yazdıklarım hepsi rüyamda olan şeylerdi.

28 Ağustos 2007 Salı

Parantez Kapanırken

GAZETEVATAN.COM

Mine Kırıkkanat'ın harikulade yazısını okuyalım

Parantez kapanırken

Sayın Ahmet Necdet Sezer

Cumhurbaşkanım,

On bir yılı dolduran köşe yazarlığımda, Türkiye Cumhuriyeti’nin en yüksek makamına iki açık mektup yayınladım. Birincisi selefinize olup, “Sayın Süleyman Demirel, Cumhurbaşkanı” hitabını taşıyordu. İkincisi, okumakta olduğunuzdur.

Siz, Sayın Sezer, benim ilk ve son “cumhurbaşkanım”sınız.

1937’de ileriye dönük açılan “laik” cumhuriyet parantezinin başında değil, ortasında doğmakla, ne yazık ki geriye dönük kapanışın bir tanığıyım.

Seçme hakkımı ilk kez 1973’te kullandım. 1970 darbesiyle yıkılan Türk demokrasisi doğrulmaya çalışıyor, ancak “kan yarası” almış ülkenin üzerinde bir askeri cuntanın gölgesi kalkmadan yeni bir darbenin gölgesi uzuyordu ve meclisin “orduya hoş görünmek için” cumhurbaşkanlığı makamına seçtiği Fahri Korutürk’ü, kusursuz devlet adamlığına rağmen, salt “asker kökenli” oluşu nedeniyle “cumhurbaşkanım” olarak benimsemedim, benimseyemedim.

1980’de kendisini ilan edip kendisini oturttuğu cumhurbaşkanlığı koltuğunu, 1982’de “halka oylatan” darbeci general Kenan Evren, benim indimde bir zalimdir. 100 bin kişinin işkenceden geçirilip, tespit edilen ölülerden gayri 360 cesedin bulunamadığı, 50 gencin idam edilip 16 yaşındaki Erdal Eren’i asabilmek için önce yaşının büyütüldüğü bir ülkenin en üst sorumlusuna, bırakın “cumhurbaşkanım” ne “sayın” diyebilirim ne de “cumhurbaşkanı.”

Zaten demedim.

7 Kasım 1982 günü, fısıldanan tüm tehditlere, estirilen tüm korkulara rağmen sandıklardan, Kenan Evren’in devlet başkanlığına da anayasasına da “kıpkırmızı” çıkan 1 milyon 564 bin 761 halkoyundan biri, benimdir.

Bir başka deyişle Sayın Cumhurbaşkanım, yurttaşınız olarak azınlıkta kalmaya alışığımdır. Yüzde 20’lerden önce, yüzde 8,3’leri görmüş ve onların arasında yerimi almışımdır.

Turgut Özal da benim cumhurbaşkanım olmadı. Süleyman Demirel de. Birincisi Kenan Evren’in yarattığı, ikincisi Kenan Evren’i yaratan adamlardandı. İyilikleri olmuş, kötülükleri olmuş, başbakanken yaptıkları hataları cumhurbaşkanıyken tekrarlamamışlar ya da tersi, hiç fark etmez. En azından şahsım için fark etmiyor. Onlar, Evren’le birlikte Türkiye’yi bugünlere ve Türkiye Cumhuriyeti’nin en üst makamını sizden sonra işgal edecek zihniyete taşıyanlardır.

Süleyman Demirel gibi, o da adam olur, diyorlar. Zaten zihniyet de “değiştim, değiştim, vallahi laikim, billahi Atatürkçüyüm,” diye dolanıp duruyor kapı kapı.

Ama ben bir yurttaş olarak, temel değerlerini çürütüp, içini oyup, hukukunu çiğnedikleri cumhuriyeti, başına geçince sahip çıkıp korumaya kalkanlardan bıktım. Makamın gelmeden önce hak edilmesi gerektiğine inanıyorum, geldikten sonra değil.

Hayatta her şey ödenir. Geçmişin de bir bedeli olması, nedamet bile getirse, bir devletin kendisini yıkmak için yola çıkan zihniyete emanet edilmemesi gerekir...di.

İşte siz, Sayın Necdet Sezer, bulunduğunuz makamda üniformasını çıkarmak ya da geçmişini inkâr ve değişmek zorunda kalmayan, öncesi sonrasından farklı olmayan duruşunuzla, yurdumun tanık olduğum tarih diliminde, benim “cumhurbaşkanım” diyebildiğim tek devlet başımsınız.

Siz, Sayın Cumhurbaşkanım, hiç “adam gibi” yapmak zorunda kalmadınız, çünkü adamsınız. “Vakur gibi” yapmadınız, çünkü vakursunuz. “Laik gibi” yapmak zorunda kalmadınız, çünkü laiksiniz. “Aklanmış gibi” yapmak zorunda kalmadınız, çünkü hiç karalanmadınız!

Makamınıza layık olmaya çalışmanız gerekmedi, çünkü layıktınız.

Demek cumhuriyetin laiklik bekası, buraya kadarmış, Sayın Cumhurbaşkanım.

Türkiye yine var olur, cumhuriyet de nicelik ve nitelik değiştirip sürer bir zaman daha. Ama artık asla laik olmayacak, olamayacak.

Atatürk’ün açtığı, belki de hiç açılmaması gereken, çünkü hak edilmemiş bir utku parantezinin, sizinle kapanması onurlu bir sondur, Sayın Cumhurbaşkanım. Yedi yıldır bize verdiğiniz onur için, sağolun.

Cumhurbaşkanı Sezer'e Alkışlarımızla

Cumhuriyet tarihimizin gururla anacağı gerçek bir devlet adamı bugün göreve veda ediyor... Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer yedi yıl büyük bir özveri ile yürüttüğü Çankaya görevini noktalıyor.Sezer hem siyasetçiler, hem medyanın yadırgadığı bir cumhurbaşkanıydı...
Çankaya'ya çıkışının üçüncü ayında onu göreve seçen Ecevit hükümetinin Kanun Hükmünde Kararnamesi'ni geri gönderdiği için iktidarca topa tutuldu. Çünkü kendisini seçenlere biat etmemiş, hukuka aykırı bulduğu metni imzalamamıştı...
Çankaya'da her zaman hukukun ve ülke çıkarlarının kalesi oldu...
Görevi boyunca laikliğe aykırı yasalar kadar yağma ve talan yasalarını da veto etti. Geri çevirdiği ilk yasalardan biri sit alanlarını yapılaşmaya açan yasaydı. Son olarak da ülke servetini yabancı şirketlere peşkeş çeken petrol yasasını geri çevirdi...
Yadırganması için sebep çoktu...
Kırmızı ışıkta duruyor, markette veya hastanede sıra bekliyor, vatandaşın hakkını yememek için titizlik gösteriyordu. Halkın hakkını yemeyen devlet adamına ülke alışık değildi. Üstelik hortumcularla aile fotoğrafı çektirmiyor, zenginlerin yatında tatil yapmıyor, çocuklarını iş ve avanta ortamına sokmuyordu...
Köşk bütçesinden artırdığı parayı geri veriyordu...
Hasan Pulur ile dün, bizlere zaman zaman açtığı telefonlardan söz ettik...
Genelde bayramlarda bizzat arardı. Konuşma hatır sözcüklerinden ibaret kalır, göreviyle ilgili konularda ipucu vermemeye özen gösterirdi. Basında çok ağır hatta iğrenç iftiralara uğradığı halde bizlerden asla destek istemedi. Böyle bir şeyi ihsas etmedi...
Medya onu çok yadırgadı...
Çünkü kendisinden önceki siyasiler ve cumhurbaşkanları gibi haber sızdırma karşılığında destek aramıyordu. Basını kullanmıyor, kendini de kullandırmıyordu. Kimseye torpil yapmıyordu. Medya kâh bunun için kızıyordu ona...
Kâh AKP'ye yalakalık etmek için eleştiriyordu...
Sezer asık yüzlü olmakla, içine kapanık olmakla eleştirildi...
Doğrusu her şeyin magazinleştiği bir dönemde onca ciddiyet yadırgatıcı oluyordu!Ama halk Sezer'i sevdi. Her gördüğü yerde alkışladı. Bundan sonra da alkışlayacak. Türkiye onu çok arayacak...

Melih Aşık
Millliyet

27 Ağustos 2007 Pazartesi

Gırtlağıma Hakim Olamamıştım

Yakında yeni bir blog yayınlamayı düşünüyorum sayın seyirciler, Gırtlağıma Hakim Olamamıştım! Çünküm farkettim de bizim seyyahat blogu aldı başını bir yeme içme, tıkınma, gurme rehberine dönüyor, çünkü gırtlağıma hakim olamıyorum, Lady Charlotte kardeşim nerdesin? London'da çay ve sempati, mafin ve hot çaklıt, fiş end çips'e ne zaman gömüleceğiz?

Yine işten kaçıp Sbarro'ya gitmiştik, pizza üzeri kısır, doğrusu mükemmel oluyor!!


Dönüşte de işte böyle bir Batı Yakasının Hikayesi pozumuz vardı, çok hoş değil mi?

25 Ağustos 2007 Cumartesi

Ratatatatataaaaaaaatuyyyyyyy

Dün akşam Sinem arkadaşımla işten erken kaçıp Kanyon'a sinemaya gittik sayın seyirciler, tabii günlerdir helecanla beklediğimiz Disney Pixar şaheseri Ratatouille'u izlemeye.

Renkli, komik, büyüleyici, muhteşem bir film Ratatuy, Paris ambiyansı da yanında hediyesi. Filmin kahramanı Remy isimli bir sıçan.

Remy'nin tat ve koku duyuları çok gelişmiş, en büyük kahramanı Gusto isimli şişko ve de meşhur bir Parisli aşçı. Gusto'nun çok ünlü bir kitabı var : Herkes Yemek Pişirebilir.

Remy sıçan sülalesiyle bir çiftlikte yaşıyor ve ailesinin aksine çöplükten yemek istemiyor. onun yerine çiftlik evine girip evin sahibi moruk teyzenin mutfağında safranlı mantar çevirmeler falan yapıyor, fakat bir gün teyze bunları yakalıyınca sülalecek oralardan kaçmaları gerekiyor ve Remy kaçış yolunda ailesinden ayrı düşüyor. Umutsuzluk içinde kanalizasyonda gezerken Şef Gusto'un hayaleti ile konuştuğunu hayal ediyor ve Şef ona yukarı çıkmasını söylediğindeyse :

Tabii bu sahnede ben aaaaaaaahhh diye kendimden geçtim sayın seyirciler. Ah Paris! Neyse işte bizim ufaklık meğerkim Gusto'nun efsanevi restoranına çıkmış. Bu restorana gelen Anton Ego isimli ürkütücü yemek eleştirmeni olumsuz bir yazı yazdığı için restoranın yıldızı düşürülmüş ve şef Gusto üzüntüden ölmüş. İşte Remy bu restoranda işe başlayan çöpçü oğlan Linguini ile çok eğlenceli bir şekilde işbirliği yapıyor ve muhteşem aşçılık marifetlerin sergilemeye başlıyor



Hatta Anton Ego'ya Ratatuy denen bir türlü yemeği yaparak parmaklarını yediriyor. Tabii kahramanlarımız bu arada Paris'te bir sürü maceralar yaşıyorlar. Bize de ağzımız kulaklarımızda, bayıla bayıla izlemek düşüyor.

21 Ağustos 2007 Salı

Kumkum

Geçen cumartesi yine Kilyos'a gittim sayın seyirciler. Tabii amacım dekoltemdeki amele yanıklardan kurtulmak, mümkünse tek renge dönmek , böylece kuzenimin düğününde güzel görünebilmekti. Güzel güzel yüzdük, güneşlendik, tam dönüşte artık gözüme kum mu kaçtı, güneş yağı mı damladı bilemedim, gözüm kıpkırmızı şişti, oy acılar içerisindeyim. Neyse bir köy eczahanesinden göz damlası aldık, onu damlatınca biraz açılır gibi oldum, ama bütün akşam battı gözüm işte böyle. Artık bu haftasonu başıma ne gelir bilmiyorum, hayırlısı olsun.

17 Ağustos 2007 Cuma

yemekkkk

Bu öğlen yine işten kaçıp Sbarro'ya gittik sayın seyirciler. Pizza, karışık salata, sınırsız kola 10 ytl idi. Süper değil mi? Üstelik salatası çok güzel, soslu fırın patatesler, kısır bilem var. İtalyan restoranını da yerelleştirmişiz çaktırmadan. Ah ah Auto Grill vardı İtalya'da, Lady Charlotte kardeşimle sebzeli lazanya yemiştik, ne kadder güseldi. Sbarro'ya her gidişimde Auto Grill'i anımsarım.


Yemekten sonra Cevahir'de boş boş dolandık. Çünkü müdürümüz bize ekstradan yarrım saat daha izin vermişti. Bi tane asortik kırtasiyeye daldık, ne gördüm inanamazsınız , Star Wars kurşun kalemi ama ucunda ışşın kılıcı var püüaahahahah. Onun yerine üzerinde minik çiçekler olan yemyeşil bir mürekkepli kalem almıştım. Başka da bir macera yaşamadık. Bir de yazarken götünden ışşık veren sünger bob kalemi vardı ki evlere şenlik, almaya cesaret edemedim doğrusu ahahahaahahaa

16 Ağustos 2007 Perşembe

aman aman

Bizim şirketin yakınında bir büfe var, çok lezzetli kavurmalı kaşşarlı tost yapıyor ki kendisi aman aman, bir nefaset. Biz şimdi de buna dadandık. Akşam dört gibi siparişler veriliyor, hazırlama süresi dolunca gençlerden biri koşa koşa gidip tostları alıyor, yağlı kağıda sarılmış, erimiş kaşşarlı ve de kavurmalı nefis tostlara gömülüyoruz. Eh, bu gidişle 300 kilo da oluruz, 500 kilo da oluruz, bu gidişe bir dur diyecek yok mu???

13 Ağustos 2007 Pazartesi

Yanık

Cumartesi günü Kilyos'taki tarihi Gümüşdere Halk Plajı'na gittim sayın seyirciler. Ailecek gitmiştik, sandöviçler, meyve suları, Cuma akşamından kalma kandil simitleri ne varsa götürmüştük. Şemsiyemiz ve Kilyos'un o yumuşacık dillere destan kumlarına serecek yaygımız da vardı. Ooooh tam piknik. Yüzdük, güneşin altında kavrulduk, herşey mükemmeldi, taa ki akşam eve gidip de kollarım ve sırtımın kenarındaki o acayip yanıkları görene dek. Aman böyle birşey olamaz sayın seyirciler, bebeliğimden beri plaja giderim, böyle amele bir şekilde yanmamıştım. Kollarımın kenarı kıpkırmızı, yanıyor, sırtım Anadolu haritası gibi ortalar sarı kenarlar kırmızı oyy oyy. Çaresiz Bepantene kremi sürüp yattım iki gündür , şu anda da minik bir ejderha sırtıma ateş püfürüyor gibi hissediyorum oyy.

8 Ağustos 2007 Çarşamba

Garip Bir İzdivaç

Dün akşam işten çıkınca bir değişiklik yapıp Beşiktaş'a indim sayın seyirciler. Tabii yol boyu bir sürü trafiğe takıldığım için kendime bol bol küfür ettim. Beşiktaş'a inmekteki amacım Kabalcı Kitabevi'ndeki Kelepir köşesinden 50 kuruşluk antika aşk romanlarından almaktı. Hani 1940lardan, 50lerden, 60lardan kalma, renkli kapaklı, o tarihlerin gündelik yaşamı hakkında bilgi edinebileceğiniz; o sakin ve asude İstanbul günlerini yaşayabileceğiniz kitaplar. Heyhat, ancak birkaç adet istediğim cinste kitap vardı, vakıa iki tane bulabildim. Filhakika , pekçoğunu evvelden almış idim. Hülasa, Muazzaz Tahsin Berkant'ın "Garip Bir İzdivaç" eseriyle Jackie Collins'in "Aşıklar ve Kumarbazlar" kitaplarını aldım, toplam 1 lira 50 kurruş. Şimdi neden böyle pespaye aşk romanları okuduğumu merak edebilirsiniz , lakin kafacağızım o kadar bunalmış haldeki, Nasyonal Coğrafya mecmuasındaki Maya uygarlığı hakkındaki yazı bile ağır geliyor, ben size öyle söyleyeyim.



Eve gelirgelmez aceleyle yemek yedikten sonra hemen "Garip Bir İzdivaç"ı okumaya başladım. Zeynep Çelikkanat ile Haluk (u'nun üzerinde inceltme şapkası olacak!) Gökalp'in aşk öyküleri gerçekten çok eğlenceliydi. Zeynep annesinin ölümünden sonra aslında evlatlık olduğunu öğreniyor. Haluk da aynı anda yllardan beri sevmekte bulunduğu Handan'ın başka bir adamla evlendiği haberini alıyor. Ve ikisi bir pastanede karşılaşıp evlenmeye karar veriyorlar. Neden? Haluk, Handan'dan intikam için ; Zeynep de kimsesiz olduğunu öğrendiğinden soyadı sahibi olabilmek için. Bir uçak kazası sebebiyle, bunlar Haluk'un Cihangir'deki apartmanında ev arkadaşı tadında yaşamaya başlıyorlar. Çok iyi dost oluyorlar. Aşk daha sonra geliyor. Hülasa mutlu sonla kitabımız bitiyor. Düşünüyorum da , bu romandan süper bir dizi film yapılabilir, söylemedi demeyin.

5 Ağustos 2007 Pazar

Al Pacino

Dün kafama dank etti, 14-15 yaşından beri Al Pacino'yu seviyorum. Lise yıllığımda, üniversite yıllığımda ondan bahsediliyor. Bu demek oluyor ki, ben ömrümün yarısı boyunca bu adamı sevdim. Bu çok uzun bir süre. Böyle bir çarpıldım geçen yılların çokluğundan.

2 Ağustos 2007 Perşembe

işte

işte geçen hafta patronun tatilde olmasını fırsat bilip bol bol şirketten kaçtık, Cevahir'e yemeğe gittik, o yüzden bu hafta fazla yemiştik, iki gecedir soda içiyorum.

işte geçen akşam bütün bu öğle yemeklerinin üstüne, Sinem ve Ceyda ile iş çıkışında yine Cevahir'e gidip Schiller kafesinde oturmuş, orman meyveli cheesecake yemiştik.



işte nihayet kahvenin yanında çikolatadan kaşşık veren kahveciyi bulmuştum amma o kadar kalabalıktı ki oturup o kaşşığı kemirememiştim


işte Birleşik Krallık vizesine başvuruyorum, hadi hayırlısı

işte yine ayıla bayıla Kadın Kokusu'nu, Baba'yı, Scarface'i izlemiştim, Lady Charlotte didi ki "Al Pacino yüzünden evde kaldın" haksız mı?

işte bu akşam yine Sinem ve Deniz'le Cevahir'e gidip La Senza doncusundan artık indirimin dibinden kalan çamaşır takımlarını toparlamıştık. Ben bir siyah dantelli bir de açık mor dantelli takım almıştım.

işte laptopumun bluetooth'u çaışmıyordu , telefondaki fotoğrafları aktaramıyordum

işte bu akşam İstanbul'u saran ineklerle fotoğraf çektirmiştik, en güzeli de Cemil İpekçi'nin sürmeli gözlü Cemil ineği idi.

işte Real Fiesta'nın http://www.radyomydonose.com.tr/ da tanıtımı yayınlanmış

işte yine çok yorulmuştum dostlar

ben çok bunaldım

tatil

oof.