29 Haziran 2007 Cuma

Ohh be

Nihayet Hatırla Sevgili'de Ahmet Yasemin'in veledinin kendinden olduğunu öğrendi, ooooff. Artık bunlar yine de bir araya gelemezlerse sinirden burnumu yiyeceğim kardeşim!

28 Haziran 2007 Perşembe

Real Fiesta Seyyahları İstanbul'da

İşte Real Fiesta seyyahı ve de madalyalı blog yazarı Lady Charlotte , Londra'daki şatosundan beni ziyarete gelmişti sayın seyirciler. Kendisiyle Boğaziçi'nin çeşitli koylarında günümüzü gün etmekteyiz.
Salı akşamı Lady Charlotte uçaktan inince önce Dolmabahçe sarayının bahçesindeki kafeye gidip püfür püfür deniz havası aldık.
Lady Charlotte bana en son İngiliz modası ve London dedikoduları hakkında enteresan bilgiler verdi. Bu arada biz burada tutuşurken İngiltere en yağışlı günlerini yaşıyormuş, Deria resmen kazak, atkı, palto ile gelmiş ama havaalanında üzerini değiştirmişti.
Daha sonra kalkıp Taksim'e gittik ve dondurma yedik ama o sırada fotoğraf çekmemişim hahahyyt.
Çarşamba günü ise erken buluştuk ve Sami Bey'i ziyarete gittik.
Sami bey herzamanki gibi çok yakışıklı ve karizmatikti, Real Fiesta elemanları olarak kendisini çok severiz, hayranız ona, Derya'nın bir dahaki İstanbul seyyahatinde hep beraber İsmet baba meyhanesine gideceğiz.

Sami bey ile görüşmemiz bitince Hisar'daki sade Kahve'ye gittik fakat ne kadar sıcaktı...

Kahvede deniz kenarı olduğu halde fenalaştık, hararetimizi alsın diye çay içip kaşşarlı simit tost yedik sayın seyirciler. Sade Kahve'deki süs olsun diye koydukları yön tabelalarından biri bizim bu yazın planladığımız güzergahları gösteriyordu : London ve Lisbonnn

Kahvenin güzeller güzeli dana kadar bir kedisi var, o da bir masanın üzerinde bayılmış gitmişti.

Buradan da keyfimizi aldıktan sonra, Boğaz'da geze geze Tarabya'ya gittik. Artık akşam olmuş fakat hava hiç serinlememişti. Tarabya koyunu insanın içine işleyen ağır bir lağım ve bok kokusu sarmıştı. İkisi aynı şey herhalde değil mi?

Neyse biz Mado'da oturup kesme dondurma tabağı yedik

Gerçekten günün en serinletici hamlesi bu olmuştu sayın seyirciler. Hatta o kadar serindi ki, dondurmanın yarısı tabakta kaldı Allah sizi inandırsın. Sözkonusu Real Fiesta seyyahları olunca, akıl almaz bir durumdu bu! Fakat dondurma tabağının fotoğrafını çekmeyi unutmuşum, ne yapalım.
Bu güzel günün sonunda Deria dolmuşu ben de körrüklü Boğaz otobüsünü yakaladık ve evlere dağıldık. Bu akşam da Ortaköy mevkiinde günümüzü gün etmeye, hayranlarımıza imza dağıtmaya devam edeceğiz.

25 Haziran 2007 Pazartesi

Miyazaki ustadan şahane animeler

Tiglon firması Miyazaki sensei'nin klasik animelerini yayınlamaya başlamış sayın seyirciler, ne mutluluk, ne mutluluk! Hemen alıp seyrettim tabii haftasonu.

Rüzgarlı Vadi Prensesi Nausicaa


Bu hikayeye göre endüstri devriminden 1000 yıl sonra dünyayı zehirli gazlar kaplamış ve zehirli bir orman oluşmuş. İnsanlar bu zehirli ormanı yok etmeye çalıştıklarında dev böceklerin saldırısına uğramışlar ve uygarlıklar yokolmuş. Bir avuç insanın yaşadığı Rüzgarlı Vadi'nin prensesi Nausicaa, tabiat, böcekler ve insanlık arasında barış sağlamaya çalışıyormuş, çünkü anlamış ki, aslında o zehirli orman, doğanın insan elinden korunmak için ürettiği bir savunma mekanizması imiş...
Uçan Kale Laputa
Bu o kadar şeker, o kadar eğlenceli ki anlatamam. Laputa göklerde uçan efsanevi bir kent, kahramanlarımız Sheeta ve Pazu, peşlerinde kaçık korsan Dola ve ailesi, ordu, gizli ajanlar , uçan kaleyi arıyorlar. Animenin en güzel yeri, Laputa'nın tepesindeki cennet bahçesi tasviri, ve bahçenin robot bekçisi, kuş yuvalarını koruyan, güvercinleri elleriyle besleyen bir robot, mekanik ama kaleyi istila etmeye çaışan insanlardan daha sevecen bir yaratık.

17 Haziran 2007 Pazar

Tatil günü

Bugün çok ilginç birşey başardım : güzel bir Pazar günü geçirdim.
Öncelikle makul bir saatte uyandım, kahvaltıdan sonra gazeteleri okuyup kendimi sokaklara attım sayın seyirciler. Allahtan güzel bir esinti vardı yoksa öğlen vakti güneş fena kavuruyordu. Taksim'e gidip Real Fiesta'dan atılmış olan Özger arkadaşımızla buluştum. Beyoğlu İş Merkezi'nin alt katlarına inerek 10 liralık tişörtler, penye şortlar falan aldık. Sonra Mado'da oturup dondurma yedik. Nerelere aksak ne yapsak derken metroya binip Kanyon'a gitmeye karar verdik, hem gölge hem esintilidir orası. Ben Kanyon'a 2 kere gitmişim, bir kere geçen sene Ceyda'yla bizim Fransız abiyi götürmüştük, bir kere de kızlarla yemek yemiştik. O yüzden bir şaşırdım, nerede hangi dükkan var bilemedim. Biz de birer harita alıp maloş maloş Mango'yu aradık hahahahayyt. Bu asortik alışveriş merkezindeki Mango bile farklıydı, diğer mağazalar gibi karıştırılmamış, Salı pazarı kıvamına gelmemişti, pek kibardı canım. Neyse ben Deria ile pasajdan aldığımız penye elbisenin altına giymek için bir tayt aldım, Özger de birkaç basic atlet aldı. Oradan doğruca Birkenstock'a gittik. Bunu uzun zamandır planlamaktaydım ve nihayet kendime bir çift Birkenstock sandal aldım sayın seyirciler. Bütün yazı bunlarla geçirmeyi, Paris'in ve Lizbon'un tüm sokaklarını kendileri ile arşınlamayı düşünmekteyim.



Bu mağazadan da çıktıktan sonra karşımda Teknosa'yı gördüm. Yine uzun zamandır bir adet Sony Cyber-Shot fotoğraf makinesi almayı hayal ediyordum. İstediğim model DSC W35 idi , yarın maaş alınca nakit olarak alayım demiştim ama kredi kartı ile tek çekim %10 indirim yaptılar! Ve işte artık hem seyyahat terliğim, hem seyyahat şortum (dün aldığım diz boyu rakat denim şort) hem de yıllardır hayalini kurduğum mükemmel fotoğraf makinem vardı. Real Fiesta seyyahları yola çıkmaya hazırdı. Ve inanılır gibi değil, çok neşeli bir pazar günü geçirmiştim. henüz almadığım maaşı çatır çatır harcamıştım. Neşemizin sebebi odur herhalde, ne dersiniz? Penye şort da 10 kilo alarak şişmiş totoma dar geldi!

11 Haziran 2007 Pazartesi

Cumartesi fotoğrafları

Teks-pa ailesi olarak Taner beyin doğumgününü sürpriz partiyle kutladık
Patron sen yaşa, biz de yaşayalım!
Gece Nevizade'ye aktık, alkole kavuştuk

10 Haziran 2007 Pazar

L’amour physique est sans issue...

Ne hafta geçirdim inanamazsınız sayın seyirciler, en büyük müşterimiz, ortağımız olup tabii benim ilgilendiğim müşterimiz , üst düzey yöneticileri ile İstanbul'da idi. Bunlar gelmeden her gece geç saatlere dek tablolar, dökümanlar , raporlar hazırlamaktan gözlerim aktı, ne yürüyüş yapabildim, ne de internete girebildim, ben size öyle söyleyeyim, bir haftadır maillerimi bile okuyamadım.

Sonunda bunlar geldiğinde olan biteni anlatamam tabii, ama iş dışındaki atraksiyonlardan bahsedebilirim. Mesela adamları alıp Reina'ya götürdük, yediler içtiler, ben de sebeplenmiş oldum, oh tekilaları yuvarladım, yarasın. Ertesi gün de bunların birini alıp bizim fabrikaya götürdüm amma 6 saat trafikte ikimiz de fenalaştık. Sonra dönüşte adam beni oteline davet etmesin mi? Yorgunluk içkisi içmeye! Düşündüm, bu işin sonu kesin yorgunluk banyosuna uzanır , sırtımı sabunlar mısın cicime geçeriz dedim, ay çok yorgunum yaavruuum bahanesiyle kaçtım tabii hahahahyytt

Fakat Fransızlar bir başka işte, mesela toplantıda ben oturmadan oturmak yok, yemekte ben başlamadan başlamak yok, o kadar centilmenler ki! Ve üstelik bunu düşünmeden yapıyorlar, çünkü onlar zaten böyle. Ah ah, ben de onların şerefine bu yazının başlığını Serge Gainsbourg'dan alıntı yaptım.

Neyse bütün bunlardan sonra Cumartesi biriken işlerimi yapabilmek için sabahtan akşama kadar ofisteydim. Allahtan Taner bey'in doğumgünü idi ve çatıda sürpriz sucuk partisi düzenlemiştik. Yedik, içtik, acayip fotoğraflar çektik. Tabii ben işlerimi bitiremedim. O yüzden şimdi yatmak istemiyorum çünkü uyanınca Pazartesi olacak.

Of.

Ben çok sıkıldım. Acilen seyahate gitmem gerekiyor. Mümkünse Paris'e ... hahahahaahahaaaa