24 Aralık 2007 Pazartesi

Prag Maceraları

birkaç güne yazıyorum Prag maceralarımızı

sıcak şarap içerek gezdik eksi beş derecede Prag'ın arnavut kaldırımı yollarını

19 Aralık 2007 Çarşamba

Arkadaşlar , şşt arkadaşlarr!

Nihayet iş bunalımını atlattık ve bayram tatiline kavuştuk dostlar
Ve bayramda Prag'a gidiyoruz, yani dönüşümüzde Real Fiesta seyyahlarının yepyeni bir macerasını okuyabileceksiniz. Ne esaslı kızlarız biz yahu! yakında dünyanın çevresini de döneceğiz işe görün bakın!

Neyse işte bu arada bugün bankada kuyruk bekleyip Yurtdışı Çıkış Harcımı yatırdım. Artık havaalanında ödemiyormuşuz o harcı. En son uygulamada pulu alıp pasaportumuza yapıştırıyor idik. Şimdiki halde pul falan yok. Bakalım ne çıkacak bunun ucu. Bu kadar SALAK bir uygulama herhalde bizim memlekete özgü! Yurtdışına çıkmak neden bu kadar külfetli , neden??? Pasaport bir servet, uçak bileti servet! Bir de bankaya para yatırıyorum, gerzek bir durum ya! Neden Allahın yarattığı bu en güzel memlekette insan olmanın değeri yok, neden ! Neden bu güzel ülkenin tadını çıkartamıyoruz neden! Paris neden o kadar güzel sakınılıyor da , İstanbul neden tecavüze uğruyor? Londrada tube var, biz pis kokulu otobüslerde tıkış tıkış! Ooof! Gidiyorum ben Prag'da 4 gün sarhoş gezeceğim, herşeyi unutana kadar...




15 Aralık 2007 Cumartesi

Çok yoğunuz çok işimiz var

her gecenin körüne kadar çalışmaktan kayışı kopartmış idik

çok yoğunuz çok işimiz var çok acilll

7 Aralık 2007 Cuma

ooohhhh

Yine gecenin onunda işten çıkıp eve gelmiştim ki, bir de ne göreyim, anneciğim bir servis tabağı mercimek köftesini yapıp bırakmış. Eh ben de bi büyük bira açarak (yakışırrr) Hatırla Sevgili'yi izlemeye koyuldum ama tabii uyuz Ayla intihar ettiği için mıymıntı Yasemin ile sersem Ahmet evlenemediler. Yeter artık kardeşim , senaristler size sesleniyorum! Bu şapşalları bir an önce everip ayak altından kaldırın. Valla bu dizideki tek adam Necdet, buraya yazıyorum. O saçlar, o üç parça yelekli takım falan ne öyle ayol? Peehh! Artık Necdet'i izlemek,mümkünse kendisine online bağlanmak istiyoruz, püahahahah.

Hülasa, Hatırla Sevgili, ilk sezonu kadar olmasa da, kesinlikle tek izlenesi dizi, ancak dönemsel ayrıntılara ilk sezondaki özenin gösterilmesi gerekmekte. Bir de acaba Seksenli yılları da görebilecek miyiz bu dizide? Ayol benim uzmanlık alanım ! Merakla bekliyoruz.

24 Kasım 2007 Cumartesi

Mısır

Bir süredir Mısır'da geçen kitaplar okumaktayım. Önce Glenn Meade'den SAKKARA'NIN KUMLARI. İkinci Dünya Savaşı sırasında Kahire'de geçen çok akıcı, heyecanlı bir casus romanı. Tabii olayların Mısır'da, firavunlar toprağında, esrarlı Sfenks'in gölgesinde geçiyor olması romanı daha da meraklı bir hale getiriyor. Bunun üzerine Amelia Peabody Polisiyeleri ile devam ediyorum. KUMSALDAKİ TİMSAH ile FİRAVUNLARIN LANETİ bitti bile. Bunlar 18.yüzyılın sonunda Kahire'de geçen romantik polisiyeler. Kahramanımız Amelia Peabody macera peşinde Mısır'a gidip burada çılgın arkeolog Radcliff Emerson ile mezar odalarını, sandukaları, mumyaları araştırırken bir yandan işlenen cinayetleri çözüyor, beri yandan aşk yaşamayı ihmal etmiyor. Aman ne kadar eğlenceli, ne kadar zevkli romanlar bunlar anlatamam. Bunları okurken sıcak Mısır güneşinin tepemde parladığını, karmakarışık ve kalabalık Kahire sokaklarında gezdiğimi, çöllerde yürüdüğümüm ve piramitlerin akıllara sığmaz manzarası ile karşılaştığımı hissediyorum.
Ah ah işte biz Lady Charlotte ile Mısır'a gidemedik Edacık oradayken. Çok yazık olmuş. İnşallah firavunlar memleketine gidip gizemli Sfenks'in bilmecelerini çözmeyi de başarırız!

15 Kasım 2007 Perşembe

aa!

doğru bir yön var mı hayatta
belki taa uzakta
cevapları almak için
beklemek için için ,
aa ne saçma!
sen sen ol , yalanlara kanma
harekete geç, korkma
geç kalmak diye bir şey
yok hayatta ,unutma!

zekish , bu şiirimi sana adıyorum:))

12 Kasım 2007 Pazartesi

Düğün dernek kuruldu

İşte bir yakışıklı kuzenim daha bekarlığa veda ederek dünya evine girdi dostlar. Ayol patır patır evleniyor bunlar, her ay bir düğün, artık ne giyeceğimi şaşırdım...

Neyse Yeldacığım söz verdi Obi Wan kuzenimi bahardan önce almayacak püahahaah

Efendim, biz ailecek geç kaldık tabii, neden böyle bilmiyorum, ben heryere tam saatinde giden dakik insanım, babam desen öyle, fakat bir araya gelince bir türlü toparlanıp da çıkamıyoruz, Allahtan nikah tam 4'de kıyılmadı, biraz beklediler de, yetişmiş olduk.
Tabii büyük ailemiz bir araya gelince salonu çığlık, kahkaha, çok güzel olmuşsunlar sardı, degajeme doğru yerleştirdiğim Lady Charlotte ile Londra'dan aldığımız tassarım kolyemle istediğim gibi sükse yaptım.
Sonra tipik masa dolaşma, ayaküstü muhabbetleri başladı. Biz hemen La Capitana ile ayaküstü iki dedikodu patlattık ki sormayın ahahaha. Kendisini Real Fiesta yazarı yaptık ama o dedikodu sütunlarını okumak daha nasip kısmet olmadı.
Sonunda kapılar açıldı, gelinle damat geldiler, ayy Dilekçiğim çok güzel olmuştu maşşallah, gerçekten çok beğendim kendisini.

Krem rengini seçmekle çok iyi etmiş, ışıltılı kıyafeti ile takıları da çok zarifti, kesinlikle mükemmel olmuştu yani.

Nikah kıyılırken halamın gözlerinden yaşlar fışkırdı, sonra da iki çocuğunu da evlendirmiş olmanın verdiği coşkuyla "ohh paçayı yırttım nihayett" diye göbek atmaya başladı. Ben de çok duygulandım, biz hep beraber büyüdük, Tolga, Tuba, Burak, Tarık, daha dün sokaktan geçen arabalara ıslak tuvalet kağıdı atan veletlerken şimdi kazık kadar olmuş idik. Hey gidi seksenler.. Şimdi hepsi ya evli ya nişanlı, ben de sarhoşum oohh, they are getting married, I am getting drunk!

Nikaha damgasını Nuri amcam vurdu tabii, benim amcam Tolga'nın da dayısı olur ve sülaledeki hemen herkesi o evlendirdi, yani hep şahit o oldu. Yalniz hayal meyal hatırlıyorum da, bir düğünde birisi benim babamın şahit olmasını istediydi de, biz tabii her zamanki gibi geç kaldığımız için olamamıştı püahahahaha

Neyse işte memur bey önce gelinin şahidine bu nikahın kıyılmasına razı olup olmadığını sordu, herhalde Dilek'in arkadaşı olan küçükhanım utanarak "evet" dedi. Sonra memur, amcamın bu nikaha itirazı olup olmadığını öğrenmek istedi!!! Ve amcam patlattı "Bence mahsuru yok!!!"
Ooahahahahah dostlar, tahmin edeceğiniz üzere salonda birden benim kahkaham patladı, oh ne güldüm anlatamam.
Nikahtan sonra yedik içtik, fotoğraf çektirdik, sonra da çaktırmadan badem şekerlerini avuçlayıp ceplerimizi doldurarak evlere dağıldık dostlar. Bu nikahın sonuna ekstra bir macera yaşamadım, Allaha şükür telefonum falan da kaybolmadı :))
Eveet, sıradaki düğün lütfen!

10 Kasım 2007 Cumartesi

10 Kasım Benim En Büyük Yasım!

Hiç unutmam dostlar , sekiz yaşındaydım ve tabi 10 kasımdı tarihlerden tıpkı bugün gibi..
O zamanlar da ülkemiz siyasi olarak karışık durumdaydı , 80’ ler …
Üstümde İç Anadolu Yöresi’nin kıyafetleriyle başım dimdik , gururla ve Mustafa Kemal’in Kağnısı şiiriyle bir şiir okuma yarışmasına katılmıştım. Elim ayağım titremişti okurken , sanki okuyamazsam , en ufak bir hata yaparsam ATA’ma layık olamayacakmışım gibi hissetmiştim.Gözlerim dolmuş , minik kalbim pırpırlanmıştı , o nasıl bir duyguydu öyle , sanki bir küçük asker oluvermiştim o an , tüm dünyaya onun çabasını , onun savaşını anlatan…

‘ Yediyordu Elif kağnısını, Kara geceden geceden. Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu, Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar, İnliyordu dağın ardı, yasla, Her bir heceden heceden. ‘

uzak cephelerin acısını hissetmiştim en derinimde , ananelerimizin , dedelerimizin acılarını… ve onların yaşadıkları birer birer gözümün önünden geçmişti, sanki bir küçük asker oluvemiştim o an ,bu ülke uğruna onun hemen arkasında savaşan , sonuna kadar onun arkasında olacak olan , liderliğini tüm benliğiyle , kalbiyle ve aklıyla kabul eden yaşadığı sürece onun ilkelerinden asla ödün vermeyecek olan…

İşte bugün dostlar , belki ATA’mızın ölüm yıldönümü ama bizim her seferinde yeniden doğdumuz gün.Sonuna kadar KEMALİSTİM, Sonuna kadar ATATÜRKÇÜYÜM, sonuna kadar CUMHURİYETÇİYİM , kim döndürebilir beni yolumdan, kim ayırabilir beni onun ilkelerinden, kim?

Ve bazı gerçekleri unutan arkadaşlar için :

ATATÜRK'ÜN TÜRK GENÇLİĞİNE HİTABESİ (Orijinal)
Ey Türk Gençliği!
Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici, bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkan ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.
Ey Türk istikbalinin evladı!
İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur.
Ankara, 20 Ekim 1927

Acaba herkes okuduğunda anlayabiliyor mu?

Ey anlamayanlar! sayınız öyle çok ki , öyle çabuk çoğalıyorsunuz ki, keşke biraz da anlamaya çalışsanız , keşke anlayabilseniz ama herkes anlayamaz değil mi?

Ey anlayanlar! Unutmayalım , unutturmayalım, anlatamaya çalışmaktan vazgeçmeyelim……

İçime Atatürk sevgisini böyle derinden koyan aileme binlerce teşekkürler , 5 yaşında dedemin bana okutturmaya başladığı nutuklara , tek adamlara , babamın anlattığı görünmeyen, bilinmeyen tarih gerçeklerine , ananemlerdeki Atatürk kitapları rafına binlerce teşekkürler…. Her şeyin ötesinde ATATÜRK’e binlerce teşekkürler , sen olmasaydın ben olmayacaktım , biz olmayacaktık! Bana bu dünyaya gelme şansı ve senin askerin olma şerefi verdiğin için sana binlerce teşekkürler!

9 Kasım 2007 Cuma

İş Bankası reklamını izlerken ağlamak

Arkadaşlar, arkadaşlar !
Siyah beyaz bir reklam, film olmalı idi, maalesef ki sadece bir reklam
Haluk Bilginer Mustafa Kemal Atatürk 'ü canlandırıyor, o olduğunu o benzersiz sesinden anlıyoruz
Çünkü sanki gerçekten Atatürkümüzü izliyoruz ekranda, kareli süveter, kaşlar, burun, uçuşan sarı saçlar...
Fazla söze hacet yok
Onu nasıl özlüyormuşuz bunu farkedip içimiz sızlıyor
Bu sevgimiz, özlemimiz hiç bitmeyecek!!!

http://www.youtube.com/watch?v=6K9vMIFVC3U




Dün akşam

işten çıktım, otobüste somurtuk bir şekilde eve ulaşmaya çalışmaktaydım.
Durağa yaklaşınca kapıya hamle ettim, tam o sırada sevimli bir küçükhanım "pardon bir şey sorabilir miyim?" dedi, yerinden kalkıp yanıma gelmiş idi bu arada. "Tabii" dedim "Sizin adınız Aslı mı? " dedi, "Evet" dedim ama şaşkındım çünkü bir türlü çıkartamıyordum kimdi bu şirin arkadaş. Meğer bir hayranmış, dedi ki "ben internet sitenizi hep okuyorum" Allaaa nasıl helecanlandım, yüzüm güldü, bir Real Fiesta hayranı yolumu kesmişti yarebbim. "Çizgi filmleri mi, seyyahatleri mi, blogu mu seviyorsunuz?" diye sordum, "hepsini okuyorum, çizgi filmler de seyyahatler de harika, hatta bakın Da Vinci kitabını okuyorum şimdi harikasınız" dedi
Bunun üzerine ne söylenebilir, çok teşekkür ettim kendisine, akşam akşam moral olmuş idi bana, buradan öpüyoruz kendisini.

Liverpool Beşiktaş ile evlensin, bu namus meselesini temizlesin!!!

püaahahaahaha


6 Kasım 2007 Salı

6 KASIM 2002

Bugün 6 Kasım, bir takım arkadaşların takvimde üzerini çizdiği, 5 Kasımdan 7 Kasıma transit geçiş yapmak istedikleri bir tarih, bugün 6 - 0'ın yıldönümü sayın seyirciler, kutlu olsun

FENERBAHÇE - GALATASARAY 6 KASIM 2002

3 Kasım 2007 Cumartesi

Kitap Fuarı Macerası

İşte bir sene daha su gibi akıp geçti ve babamla yeni bir Kitap Fuarı macerası yaşamak üzere sabah erken yola çıktık sayın seyirciler. Geçen sene fuara giderken kar tipi bastırmış tı, bu sene ise bir anorakla çıkmıştık, küresel ısınma bu olsa gerekti.

Fuar bildiğiniz gibi maalesef cehennemin dibi bir yerde, fakat ben ki o fuar Marmara Otelinde yapılırken gitmişim, Tepebaşında iken gitmişim, ben bu fuar ile büyümüşüm, Beylikdüzünde kurulması beni engellemez idi elbet.

Gidişimiz çok rahat oldu, Taksimden dolmuşla bir saatte fuarda idik, öncelikle Server Tanilli ile tanışarak Fransız Devriminden Portreler kitabını imzalattık, ne kadar sevindim anlatamam, sonra da salonları dolaşarak birsürü kitap aldık, işte yeni kitaplarımız :

Fransız Devriminden Portreler , Server Tanilli (imzalı)

Paris Fotoğrafları , Güneş Karabuda (50 yıl öncesinin Parisinden fotolar, işin güzel yanı Paris hala aynı görünüyor, o yüzden bu kadar seviyoruz bu şehri)




Paris, Paris , Mine Kırıkkanat (Mine Kırıkkanat'ı çok severim, İspanya yazılarından oluşan Pandispanya kitabı harikaydı, bu Paris kitabını fuardan dönerken otobüste okudum, inanılmaz derecede Paris ruhunu taşıyan bir kitap)

Boğazkesen , Nedim Gürsel (Fatih Sultan Mehmet'in romanı, uzun zamandır okumayı istediğim bir roman)

Puslu Kıtalar Atlası , İhsan Oktay Anar (harikulade bir ismi var bu romanın, bunu da uzun zamandır okumak istiyor idim)

Boleyn Kızı , Philippa Gregory (Tarihsel aşk romansı)

Veda , Ayşe Kulin (Eski Şehirde Bir Konak, ya da ey Şehr-i şirin İstanbul denebilir herhalde, kitap mavi mürekkep ile basılmış dostlar, ömrümde gördüğüm ilk mavi yazılı kitap ve bu japon gözler çok kitap gördü, açık konuşayım)

Mutluluk , Zülfü Livaneli (Bakalım mutluluğun sırrı ne imiş?)

Lale ile Sümbül , Selim İleri (Valla hakikaten biraz içim bayılıyor Selim İleri'nin İstanbul serisini okurken, yok işte Kadıköyünün deniz minareli kumsalı, anneciğimin duyarlıklı evhamları filan derken fenalaşıyorum ama okumak lazım, çünkü bu kitaplar İstanbul'un yeryüzündeki en güzel şehir olduğu zamanı anlatıyor dostlar)

Sevdalım Hayat , Zülfü Livaneli (Annem istedi, ben de okurum)

Çiçekler Ölürken , Lawrence Block (babamın sevdiği polisiye serisinin yenisi)

Tarihteki Yetmiş Büyük Yolculuk , Robin Hanbury Tenison (İnanılmaz bir kitap, Oğlak Yayınları Güzel Kitaplar serisinden, kocaman, kuşe kağıt, resimli, antik çağdan uzay çağına yapılmış en muhteşem 70 seyahati anlatıyor, harikulade. Belki birgün biz de Lady Charlotte ile Real Fiesta Seyyahları ile Devri Alem kitabımızı yayınlarız, inşallah)

Şeytan Yemini , Jean-Christophe Grange (Malum Grange gerilim romanı)

Vahşi Hafiyeler , Roberto Bolaño (Güney Amerikada geçen bir polisiye gerilim, okuyabilirim)

Sakkara'nın Kumları , Glenn Meade (Bu yazarın romanlarını Deniz arkadaşım çok methetti, ben de merak etmekte idim, bunu beğenirsek, seneye tüm serisini alırız)

Firavunların Laneti , Elizabeth Peters (Yeni bir polisiye seri, İngiliz hanım Amelia Peabody'nin serüvenleri, bence beni açar ama babamı açacak mı bilemedim)

Mumya Sandukası , Elizabeth Peters (Amelia Peabody'nin başka bir macerası)

Vadideki Aslan , Elizabeth Peters (Amelia Peabody'nin bir başka macerası)

Kumsaldaki Timsah , Elizabeth Peters (Amelia Peabody'nin yeni bir macerası)

Elimizde kişi başı otuz kilo kitapla fuar alanını terkettikten sonra Taksim otobüsü durağındaki uzun kuyruğa girdik ama gelen giden yok, far far rüzgar esiyor, binmez olaydık Bakırköy dolmuşuna bindik, Bakırköy'e gelene kadar dolan dur, oradan başka bir otobüsle Aksaray, bir aktarma daha Taksim, bir otobüs daha Bebek... Küfür kafir eve attım kendimi. Öf be. Çok sıkıldım.

Eve varıp da kitapları karşıma dizip, babamın pişirdiği soslu tavuğu yedim de kendime geldim, zavallı yaşlı babam bir de Bozcada şarabı açtı ki oohhh, keyfimiz yerine geldi, ben de ona Türk kahvesi pişirdim...

İşte şimdi kitapların hepsini okumak istiyorum, bir anda ...

1 Kasım 2007 Perşembe

29 Ekim 2007 Pazartesi

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı

"Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve ecdadımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevî, hususî ve resmî hayatımın her safhasını yakından bilenler bu aşkım malumdur. Bence bir millete şerefin, haysiyetin , namusun ve insanlığın vücut ve beka bulabilmesi mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olmasıyla kaimdir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok ehemmiyet veririm. Ve bu vasıfların kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı vasıfları taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım."
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK


29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.

28 Ekim 2007 Pazar

Righteous Kill - Downtime - TIME

Al Pacino ile Robert de Niro film çekimlerine tam gaz devam ediyorlar

Righteous Kill - Downtime - TIME
Allahım ne kadar mutluyum, işte yine hayatımızda beklemeye değer birşey var, Al Pacino'nun yeni filmi geliyor

24 Ekim 2007 Çarşamba

Sevgili Günlük

Ne zamandır günlüğümü yazamamışım, sevenlerim merak etmiş sağolsunlar.

O vakit anlatalım bakalım Miss Judy Abbott neler yapmış:

Aaa önce şunu söyleyeyim, dün Kanyon'daki D&R'da GQ dergisinin özel bir sayısını buldum, 50. yıl sayısı galiba, kapakta gencecik bi Al Pacino. O duygulu Michael Corleone gözleri ile bana bakıyor. İşte o kapağı tarayıp Lady Charlotte'a göndermeli idim.

Bir de seyyahat dergisi aldım, Avrupa'da muhakkak görmemiz gereken 100 destinasyonu tek tek anlatan, mükemmel bir eser, 10 ytl.

Asıl haber ise Cumartesi gecesi yaptıklarımız. Gece bizim kızlarla buluşacak idik, ben de sabah kalkmış tembel tembel kahvaltı yaparken kuzenim La Capitana aradı, kendisi bir alışveriş krizine girmiş idi, tek tek alışveriş merkezlerini dolaşıyor idi ve yardım etmez isem çıldıracak halde idi.

Hadi kalktım, toparlandım, Cevahir'de kuzeni yakaladım, mağazaları dolaştık, aile dedikodusu yaptık bolca, gülmekten yarıldık tabii bu arada. Sonuçta kuzenim oğluna palto, don, fanila falan almış idi. İşte evli ve çocuklu arkadaşların olayı bu dostlar.

Starbucks'da kahve içip tavuklu jambonlu sandöviçler yedikten sonra kuzenim kocacığıyla sinemeya gitti, ben de metroyala Taksim'e gelip arkadaşlarımla buluştum. (Megavizyon fırsat dvdleri köşesinden Toy Story 11 Ytl.)

Kararlaştırdığımız saatte sadece Didem ile minik Ceyda geldiler, tabii ben çok kızdım köpürdüm, bir daha onlarla buluşmayacağım diye geç kalan arkadaşlara tehditler savurdum falan. Beni sakinleştirmek için Kafe Krepen'e götürüp kola içirdiler, bu arada ortaya çıktı ki, Tuğba ile Sinem işteler, Ayfer akşamdan kalma, Deniz trafikte takılmış, Gülcan da kokoş işlerle meşgul.


Ekip toplanınca Nevizade'ye gidip Vera'da girişte kalabalık bir masa yaptık, şefim patates getir, şefim çerez yolla diyerek masayı donattık.


Biralar gırla gitti, birkaç tane duble patatates, iki tane sosis tabağı, iki tane börek tabağı, çerezler derken iki tane de tekila patlattım


O kadar yemeye içmeye kişi başı 25 Ytl ödedik. Üzerine de meydana çıkıp köşede hamburger yedik, biraları bastırsın diye püahahaha. Sonra da metroya binerek minik Ceyda ile eve döndük.
İşte bu şekilde yuvarlanıp gidiyoruz.

15 Ekim 2007 Pazartesi

REAL FIESTA --> İNGİLTERE

Oh Allahıma şükürler olsun, günler boyu geceyarılarına kadar çalışıp Real Fiesta seyyahlarının Londra maceralarını yayınlamış idim dostlar, o vakit hemen tıklayın :

REAL FIESTA --> İNGİLTERE



14 Ekim 2007 Pazar

Türkan Şoray izlerken seyahat hatıraları yazmaya çalışmak

Birkaç gündür bayram sebebiyle evdeyiz, gece üçte yatıp öğlen birde uyanıyoruz, çikolata şeker yiyerek yan gelip yatıyoruz.

O halde bu durumda Londra seyahat günlüğümü de yazıp bitirmiş olmam gerek değil mi dostlar? Ama nerde, daha dördüncü sayfadayım ve altı sayfa daha yazmalıyım. Çünkü televizyonu bir açıyorum bir Türkan Şoray filmi, mesela Kara Gözlüm. Türkan bu filmde güzelliğinin dorğunda iken, Kadir İnanır çirkinlik abidesi gibi görünüyor, neden öyle olmuş anlamadım.

Fakat ne kadar güzel bir film, Kara Gözlüm.

Türkan fakir bir balıkçı kızıdır, Kadir iste fakir bestekar. Son derece eğlenceli bir takım olaylar silsilesinden sonra (filmde kullanılan argo harikulade), Türkan Kazablanka gazinosunda assolist olur, Madama Sürpik'ten 10 derste adabı muaşeret dersi falan alır, koparız bu sahnelerde. Gazinoda ise nihansin dideden şarkısı ile prova yapadursun, Şopen Kadir onun için, Kara Gözlüm şarkısını besteler. Bu arada genç çift beraberce uçurtma uçurup pamuk şekeri yemektedirler.

Ve Türkan ilk gecesinde (Belkıs Özener'in sesiyle) sevemedim karaa göözlümm diye şarkı söylemeye başlarken önünden tepsiyle Kadir yürür ağır ağır, ne sahnedir ama. Türkan meşhur olur, paraya baba der, ama kendini meşhur eden şarkıların meçhul bestekarını bulamaz. Bu arada Hollywood'dan gelen bir ekip Türkan'ı Rock Hudson ile film çevirmek üzere Amerika'ya davet eder. Kadir için bu kadarı çok fazladır. Türkan'ın şöhretinden korkarak başka bir kızla nişanlanır, ama heyhat, nişan merasiminde şarkı söylemeye gelen assolist (şimdilerin ekstrası oluyor) Türkan'dan başkası değildir, olamaz da zaten. Sonunda Türkan gazinoyu bırakıp balıkçı arkadaşlarına döner, Kadir peşinden gider, 250 gr karides ister, ve aşıklarımız kavuşurlar.

İzlediğim diğer film ise Ateş Parçası. hatta film biraz önce bitti, gözümü ekrandan alamadım ki Londra makalemi bitireyim. Şoray harikulade güzel, bıyıksız Kartal Tibet yanında sönük kalıyor idi.

Defalarca izlediğimiz bu filmde, Türkan bir çadır tiyatrosunda palyaçodur. Bir takım absürd olaylar sonucu yağmurlu bir geceyi zengin şımarık çocuğu Kartal'ın evinde geçirir, argo lafları, bozuk ağzı ve patavatsızlığı ile adamın nişanlısını delirtip evden kaçırır. Halbuki ertesi gün Kartal nişanlısı ile mutlaka bir davete katılmalıdır, bu durumda Türkan nişanlı rolüne girmek için giyinir, süslenir ve olağanüstü güzelliği, zekası ve sempatikliği ile Kartal'ı şıp diye kendine aşık eder.

Kartalın hakiki nişanlısı kıskançlıktan kudurup partiyi basar, Türkan'ı utandırır, Türkan çadır tiyatrosuna kaçar.

Birgün Kartal ile nişanlısı kaza yaparlar ve yolları Türkan'ın palyaçoluk yaptığı tiyatroya düşer, palyaçoyu nişanlı hanımın doğumgününe çağırırlar, aman pek acıklı sahnelerden sonra Kartal ile Türkan birleşir, evlenmeye karar verirler, tabii Türkan, Kartal'ın posbıyık babası Hulusi Kentmen'in de kolayca gönlünü alır ama bir sorun vardır, Hulusi baba Türkan'ın ailesi ile tanışmak ister, bunun üzerine çadır tiyatrosu ahalisi Türkan'ın küçük sakat kızkardeşinin tedavi parasıyla kendilerine üst baş yapar, babayı kandırırlar.

Nikahtan bir gün önce Türkan durumu öğrenir, tedavi parasını toplamak için o gece sahneye çıkar, göbek atar, şarkı söyler. Eski nişanlının hain planı ile bu durumu gören Kartal düğünü iptal eder. Türkan ağlar, acı çeker, ama sonunda Kartal eşşekliğini anlar, tiyatroya gelir ve aşıklarımız kavuşurlar.

Şimdi gözümü bunlardan alarak çalışmak çok zor geliyor açık konuşayım.


7 Ekim 2007 Pazar

Ben yokken

İstanbul'da Sephora mağazası açılmış, müjdeler olsun dostlar

Bu arada Real Fiesta seyyahlarının Londra maceralarını çok yakında Real Fiesta'da okuyabileceksiniz



24 Eylül 2007 Pazartesi

yaz tatili

Allahım nihayet yaz tatiline çıkıyorum dostlar! Bu sefer Lady Charlotte ile onun Londra'sında buluşacağız. Real Fiesta Seyyahları , yeni macerasını Londra'da yaşayacak.

Fakat tabii sabah sabah sinirim burnuma çıktı bile, aksi mümkün mü? Fön çektirdim yağmur yağdı. Garanti Bankası'ndan poundlarımı alamadım, ytl verebildi düdükler. Gidip iki ayrı döviz bürosundan pound topladım, aradan kur farkından zarar yedim. Şimdi yine bir atm bulup para çekmek lazım falan oofff . Bir de poundların hepsi 5lik ve 10luk halinde, Allahım nasıl taşıyacağım bunları ben? Neyse inşallah tatlı tatlı yeriz oralarda paracıkları , İngiliz muzuyla, sütüyle, 5 çayı kahvaltısı ile oh oh oh.

Yaşasın Real Fiesta Seyyahları!





21 Eylül 2007 Cuma

Muhteşem ve de çılgın bir Paris macerası

Pazartesi akşamı karamsar bir havada şiirsel Paris kentine varmıştık, otelimiz Montparnasse bölgesinde Villa Montparnasse isimli eski ve sevimli bir yerdi. Böyle minik çiçekli duvarkağıtları, ceviz kaplamalı banyo ve de dolap kapakları ile gayet rüstik buldum oteli


Otelin civarında sıra sıra kafeler vardı, bunlardan birinde dana karpaçyo, sıcak sebze tabağı ve biftek tartar yedik, yani köfte şeklinde biftek. Hatta garson kız şoke oldu, hepsini siz mi yiyeceksiniz diye hahahayyttt . Sipariş verirken de karbonize olarak pişirmelerini istedik ki bu Fransızlar bize çiğ et yedirmesin.


Hava çok serindi ama kafede ısıtıcılar vardı. Yemeğin yanında içtiğimiz kırmızı şarapla da içimiz ısındı.



Ertesi sabah firmaya gidip bütün gün çalıştıktan sonra akşam ne yapacağımı düşünürken Patrick demesin mi, ben seni scooter'ımla bırakırım, Allaaaaaaa, yahu bilseydim etek giymezdim dostlarrr



Çantamı koltuğun altındaki bagaja koyup kafama yedek kaskı taktım, böyle bacaklarımı açarak Patrick'in arkasına yerleştim ve hareket ettik. Ay aklım başımdan uçtu yemin ederim, ayaklarımın ucundan taa mideme kadar heryanlarım dondu sayın seyirciler. Fakat bu ne kadar zevkli birşeydi? Motorun üzerinde Paris gecesi, her yer ışıl ışıl, Patrick geçtiğimiz yerlerin neresi olduğunu söylüyordu ama ben zaten hepsini biliyordum. Prenses Diana'nın kaza yaptığı geçidi ve oraya dikilmiş anıt önünde fotoğraf çektirenleri de gördük. Nihayet olgun güzel Eyfel, o baştan ayağa ışıklarıyla ne kadar harikulade , yaşlı, zarif, harika bir yapı.



Trocadero'dan bir tur atıp tam Eyfel'in karşısında güzelce ısıtılan hoş bir kafede bira içip patates kızartması yedik, hatta koleksiyonum için bardak altlığı bile çaldık, Patrick'in cep telefonundan Real Fiesta'ya baktık ve çok eğlendik, artık gece bitince de bir taksi aradık ama nanay, Paris'te hele de geceyarısı taksi bulmak imkansız dostlar. Bu yüzden Patrick beni yine motorla otele kadar götürmeye karar verdi ama önce kaybolduk sonra da otele tam 2 sokak kala scooter'ın motoru tekleyip duruverdi!!! Böylece hem ilk kez scooter'a binmiş hem de yolda kalmıştım ahahahahaha

Ben taksiyle otele döndüm, Patrick de başının çaresine bakmış bir şekilde, neyse o kadar üşümüştüm ki küveti kaynar suyla doldurdum ama Taner bey arayıp "hadi aşağıdayız seni dışarı çıkaracağız" diye arayınca hoop hemen koştum lobiye, böylece sabahın dördüne kadar Paris gecelerinde alemlere aktık sayın seyirciler. Sabaha karşı taksiyle otele dönerken, Zafer Takının altından Şanzelize'ye girip, o muhteşem Aleksandır köprüsünden diğer yakaya geçtik. Gerçekten Paris'e ve güzelliklerine doyduğumu hissettim.

Ertesi sabah serbesttim, bu yüzden sabahın sekizinde kalktım ve hemen metroya daldım, un karne sivuple diyerek biletlerimi aldım ve Cite'ye giden hatta atladım.

Notre Dame'ın etrafında bir tur atıp güneşli havanın tadını çıkarttım. Havada ayaz da vardı, insanı titretiyordu ama yine de parlak güneş altında heryer çok daha güzel görünmekteydi.


İşte Notre Dame'ın meşhur gargoyle canavarları :

Notre Dame'ın etrafından dönerek köprüyü geçtim ve Hotel de Ville'in önüne geldim. Buralar Paris'te en sevdiğim yerler sanırım. İşte tam karşımda Lady Charlotte ile yemek yediğimiz Paul vardı. Çünkü Rivoli'ye çıkmıştım, ben de vurdum aşağı Louvre'a doğru Rivoli'de yürüdüm, yürüdüm... Hımhım'a baktım ama birşey almadım, nasılsa London'da herşeyin feriştahı vardır.

Rivoli'den Louvre meydanına geçerek nehir kenarına indim, ooohh buradan tam bir Paris manzarası izleyebiliyordum. Manzaradan bıkınca Rivoli'den metroya binip Şanzelize'ye gittim.

Tabii Şanzelize'de yürümek için Şanzelize durağında değil Franklin Roosevelt durağında inmek gerek yoksa boş yere çok fazla yürümek zorunda kalıyorsunuz, Lady Charlotte bana öğretmişti bunu yuppiii. Böylece tam Disney dükkanının önünde metrodan çıkarak kendime şahane bir Ratatuy fincanı almıştım. Sephora'dan aldığım allık ve maskara ile de alışverişim tamamlanmıştı.

Zafer Takının dibindeki duraktan yine metroya inerek Abbesses'e gittim fakat yukarı çıkarken asansörü kaçırdığım için olacak şey değil 10 kat merdiven çıktım dostlar, kalbim çarptı ooff, çık çık bitmez, çık çık bitmez. Duvarları rengarenk boyamışlar ama çekilecek çile değil , resimlere kanmayıp asansöre binmek lazım.


Böylece minik Amelie'nin köyü Montmarte'a gelmiştim. İşte daracık sokaklar, şıkır şıkır dönmedolap, sıra sıra dizilmiş kafeler, üstünde Paris yazan envai çeşit (ve Çin malı olduğuna yemin edebileceğim) eşyalar satan minik dükkanları ile bohem ressamlar köyü Montmarte burası idi.
Etrafıma bakınmaktan bu sefer de bir yan sokaktan girdiğim için teleferiği kaçırmayayım mı ? Bu yüzden Sacre Coeur'e yürüyerek tırmandım da , bittim bittim oy aman off.
Tepeye çıkıp şehre şööyle bir yukarıdan baktıktan sonra Montmarte'ın arka sokaklarında dolandım, sokak ressamları kandırabildikleri tiplerin resimlerini çizip arkadaşları düdüklüyor, insanlar tembel tembel dolanıp ıvır zıvır satan mağazalara gutuluyorlardı hahahayy

Bu Monmarte'a bir de minik tren öpsün seni Zeki Müren koymuşlar, böyle kutu kutu dizilip o daracık sokaklarda çuf çuf geziyorsun, bir dahaki sefere Lady Charlotte ile geldiğimizde bineriz artık.

Montmarte köyünden de sıkılınca metroya atlayarak Concorde meydanına geldim. Buraya kocaman bir dönmedolap yerleştirmiş Londra'yı kıskanan Parizyenler hahahaha. Biz Lady Charlotte ile London dönmedolabına bineceğimize göre buna binmedim

Concorde meydanına gelmişken bir de bizim Tülieri'ye uğrayayım deyip parka girdim, çünkü burası Paris'te en sevdiğim parktır. O sarı tozlu yoldan yürüyüp havuz başına oturdum. Şakır şakır sular, parlak güneş, hafiften sararıp kızarmaya başlamış ağaçlar ve havuzda yüzen ördekleriyle bu park ne kadar güzeldi.

Böylece turum sona erip otele döndüm ve taksiye atlayarak firmaya çalışmaya gittim. Akşam Patrick bizi bir suşi fabrikasına götürdü. Hani böyle tabaklar bantın üzerinde dönüp dururken sen istediğini alıp yiyorsun oy oyyy. Suşileri arka arkaya götürüp değişik ne varsa denedim, tatlı olarak da minik güzelim makaronlar çok nefisti. Patrick bana Ladurée pastanesinin meşhur makaronlarından yollayacağını söyledi, acaba?
Gece ne kadar yorgundum, yatar yatmaz uyumuşum, sabah da 11'de uyandım ve pırıl pırıl güneşli sokaklarda yayılmış kafelerde minik fincanlarda kahvelerimizi içerek Paris'e veda etmiştik.

16 Eylül 2007 Pazar

atensiyon sivupleee

Açık konuşayım, pazar sabahı yemeyip içmeyip Akmerkez Mudo'ya gittim ve de o eteği satın aldım, beni geniş gösteren bir model ama ne yapabilirim? benim olmalıydı

Yarın iş içün Paris'e gidiyorum sayın seyirciler, orası da soğuktur şimdi donacağız, ama yanımda çok kalın birşey de götüremem ağırlık yapar

Cuma günü seyyahaten dönüp de tatile çıkınca, işte o zaman asıl olayımız başlayacak, çok heyecanlıyım, Real Fiesta Seyyahları Paris'ten sonra bu sefer de Londra'da buluşacak




Podibus : Versailles, vue des toits - Les Jardins

Nasıl bir fotoğraf buu?

işte versay sarayındaki aynalar galerisinin restorasyonu tamamlanmıştı
bu web sayfasında odanın içindeymiş gibi 360 derece etrafa bakabiliyorsunuz, harikulade!

Podibus : Versailles, vue des toits - Les Jardins







15 Eylül 2007 Cumartesi

ayaklarım ayrılmıştı

Bugün İstanbul'da şahane bir Eylül havası vardı, pırıl pırıl güneşli ve sıcak. Ben de maaşını yeni almış her havva kızı gibi alışverişe çıkayım dedim. Önce otobüsle Harbiye'ye kadar gidip oradan Nişşantaşı'na yürüdüm, Topshop ve Mudo'yu gezdim, birşey de beğenemedim. Çünkü aklımda İskoçya'ya alacağımız uçak biletleri vardı, bir de Topshop'un memleketine gidiyorum buradan ne alayım şimdi? hahayytt. Böylece yukarı doğru tırmanarak Osmanbey'e çıktım, oradam YKM'ye kadar yürüdüm. Burada 80 ytl'ye o beğendiğimiz Nike çantanın çok benzeri vardı ama boyundan askısı yoktu, hey yarebbim, yüzlerce çanta baktım, boyundan askılı bir tane bulamadım, artık London'dan alacağız çantayı. Ben de patfüm sordum YKM'de, 100'lük Dior Addict 223 ytl ama kalmamış. Oradan da ayrılıp Cevahir'e geldiğimde artık çok yorulmuştum, ilk iş Starbuck's'da moka kahve içip yanında limonlu cheesecake yedim. Aslında ben limon sevmem... Fakat bu o kadar şirin birşeydi ki , sapsarı ve güzel.

Kahve molasından sonra bir kaç tükkana daha baktım ve alacağım ne varsa hepsinden vazgeçtim. Çıktım Cevahir'den Profilo Alışveriş Merkezi'ne yürüdüm, burada Tekin Acar'ın dehşet bir mağazası var, artık freeshop'tan alışverişe son, herşeyleri buradan alacağız, 100'lük Dior Addict 168 ytl 9 taksit!!! Holey holeyy holeyyy! Parfümü bu şekilde alınca yorgunluğum geçer gibi oldu, Mango'ya girip ucuzundan gri bir hırka ile süveter aldım, önümüz hafta Paris'e iş seyyahatine gittiğimde, hem de London'da giyerim ama tabii bu akrilik karışımlı şeylerle donacağım kesin gibi birşey hahahayyttt. Berbat bir durum, artık akriliksiz triko bulamıyoruz kardeşim, kaşmir alacak paramız da yok açık konuşayım. Mango'nun tekleme reyonundan da bir tane kalın lacivert eşofman altı aldım, bu kış pijama olarak kullanmayı düşünüyorum.

Profilo'daki Mudo'yu da dolaşıp bir kere daha hayal kırıklığına uğradıktan sonra artık Mecidiyeköy'e yürümeye mecalim kalmadığından taksiye binerek Akmerkez'e geldim. Teknosa'dan 50lik CD paketi aldım, lazım oluyor bu dijital fotolar için. Sonra 3 çift çorap aldım çünkü nedense sabahları çorap çekmecesine alimi attığımda ilk çıkan hep delik oluyor! Bu nasıl bir Murphy kanunudur dostlar? Ardından buradaki Mudo'ya girdim. Aslında ben bir süredir şu meşhur siyah anorağımın yerine yeni bir mont arıyorum fakat bulamıyorum, herşey ya çok ince ya çok kalın, ortası yok. Bir de işte şu Mudo'daki etek var. Bu eteği ilk kez birkaç hafta önce gördüm. Ekoseli kışlık yumuşak birşey. Gördüğüm andan itibaren etekle aramızda bir aşk doğdu. Ama yine de almaya cesaret edemedim. İskoçya'ya gitmek varken İskoç deseni eteğe para kaptırmak istemedim. Fakat aklımdan da çıkmıyor, tıpkı Gutan'da gutulduğumuz ayakkabılar gibi, oyy oyyyy bu etek beynimi ele geçirmişti.

Böylece eteği yine almadan ama delicesine almak isteyerek Akmerkez'den çıkıp eve geldim. Haa sıcak bir Ramazan pidesi aldım tabii. Annem hasta, ben tembel, babam da Bozcaada'da olduğu için evde oruç tutan yok, ama biz oruç tutmasak da hiçbir iftar yemeğine hayır demeyengillerdeniz. Herhalde anlaşılmıştır artık hahahayyttt.

ya keşke o eteği alsaydım, şimdi biter de bulamazsam çok üzüleceğim uuiiyyy


9 Eylül 2007 Pazar

vur patlasın eğlence , çal oynasın bütün gece hobbaaa

Dün gece muhteşem bir düğünle Amerika'da master yapan yakışıklı kuzenimi evlendirdik sayın seyirciler. Bende yakışıklı kuzen bol malumunuz ailede 2 tanecik kız çocuk benimle La Capitana'dır . İşte benim 2 ağabeyim ve La Capitana'dan sonra bizim kuşakta düğünler başlamıştı. Bütün yakışıklı kuzenlerim sırayla evleneceklerdi oyy oyyy
Tabii söz konusu bizim familya olunca sıradan bir düğün macerası yaşamak mümkün olamıyor. Biz de dün bir güzel hazırlandık, ben meşhur kırmızı rujumu sürdüm, sürü sepet arabalara doluşup düğüne doğru yola çıktık
Düğün Hisarüstü'ndeki Yıldız Teknik Üniversitesi'nde yapılacaktı çünkü damadın babası olan amcam o üniversitede profesördür. Eh biz de Etiler'e çıkıp Hisarüstü'ne gittik, tam yolun sonuna doğru bir trafik vardı ki sormayın. Taksiyle bizi takip etmekte olan büyük ağabeyim hemen koşup baktı, 2 otobüs birbirine girmiş , yol komple kapalı. Bizim bulunduğumuz arabayı kullanan öbür ağabeyim hemen dönüp Baltalimanı'na inelim, sahilden Hisar'a gider oradan çıkarız, dedi. İyi madem tam döndük babamla ağabeyimi taşıyan gerizekalı taksi ara yola sapmasın mı, bir anda varoş mahallelerin daracık dik yokuşlarında kalıvermiştik, yol kapalı olduğu için herkes o yokuşlara saldırmış, kamyonlar, minibüsler derken bizi bu çıkmaz yollara sokan taksiciye küfür kafir o yollardan geri dönüp ağabeyimin dediği güzergaha indik, ama taa Aşiyan'dan çıkabildik mekana.

Tesis çok güzeldi ama Eylül ayında şaşırtıcı derecede soğumuş olan İstanbul havası bizi çarptı, zaten tepedeyiz, herkes tiril tiril yazlık elbiseler içinde, daha doğrusu kadınlar tiril, erkekler takım elbiseleri ve ceketleriyle mis gibi sıcacık, böylece takır takır zangırdadık sayın seyirciler, ve ısınmak için hep beraber aile fotoğrafları çekmeye başladık.

Hahahayytt olacak şey değil, en kalabalık grup bizdik ve deliler gibi fotoğraf çeken de sadece bizdik, şakır şakır bir ben, bir Tuğba, Erkan, Ayla yenge, Burak, Dilek derken flaşlar patlıyordu. Bizim İtalyan aile Japona dönmüştü adeta. Zaten ben dahil bir grubumuz Japon biliyorsunuz. İşte Japon olmayan giremez fotosu çekmiştik o yüzden :

Hava kararınca içki ve mezeler gelmeye başladı, annemle babam protokol masasına oturmuşlardı ama ben kaçtım başka masaya, ağır geldi orası bana. Fakat her masadan talep geliyor kardeşim, haha hihi derken arka arkaya şarapları yuvarlıyorum, şarapları yuvarladıkça coşuyorum, coştukça kuzenleri coşturuyorum
Bu arada Master Jedi kuzenim Burak Wan Kenobi'nin sözlüsü Yelda blogger olmak isteğini söyledi. Gerekçe olarak da artık Star Wars serisini baştan sona ve sondan başa olmak üzere 3 kere izleyip ezberlediğini söyledi . Masaları gezip bizimle tanışan gelin hanım da "ben seni tanıyorum, bardak altlığı koleksiyonun var değil mi?" demesin mi, şöhretim taa Amerika'ya ulaşmış sayın seyirciler püahahaahahahaa


Nikah kıyıldıktan sonra müzik de ayyuka çıktı ve de önce It's Raining Men, ardından Osman Aga türküsüyle bizim aile resmen çılgın atmaya başladı sayın seyirciler, meğer hepimiz türküyü bekliyormuşuz ahahahahaa
Gecenin sonunda ayaklarım yara olmuş, kafam dumanlı, sesim kısık, o sivri ayaykkabıları çıkarttım, çıplak ayaklı çılgın kuzen olarak geceyi tamamladım... sanıyorsanız yanılırsınız. Evet çıplak ayaklarla eve geldim, pijamalarımı giydim, tam yatacağım...
O süslü püslü minik gece çantamı eve gelince bir kenara fırlatmıştım, içinde sadece kırmızı rujumla cep telefonum vardı, a a, tam yatarken bakarım ki, çantanın içi boş, bomboş!! Hemen ağabeyimi aradım babamın telinden, arabada değil! Amcamı aradık, o da düğünden ayrılmış, eh o saatte üzerime birşeyler giydim, acılı ayaklarıma da birkenştokları geçirdim (ohh), indim sahile, Allahtan bir taksi vardı, hemen düğüne geri döndüm. Düğün dağılmış, garsonlarla benim kuzen damat, gelin ve onların birkaç arkadaşı kalmış. Gecenin dibinde oralar arandı, telefon yok, çaldırıyorum şarjı bitmiş telesekretere düşüyor. Bunalıma girdim, ağlamak üzereyim, telefonum giderse ne yaparım, yenisini alacak halim de yok, çok pahalı... Boynum bükük taksinin beni beklediği otoparka geri döndüm, oralara bakınmaya başladım, şöför de farları açtı ben görebileyim diye, sonra "abla müjdemi isterim" dedi ve yerde bulunmuştu telefonum. Adama sarılıp öpecektim az kalsın valla.
Ve işte bu düğün de böyle geçmişti, sadece meşhur kırmızı rujum kayıplara karıştı, Londra'ya gitmeden mutlaka yeni bir tane almak zorundayım.

Of ne geceydi be.